Cevad Memduh Altar1902-1995
English | Français | Deutsch | Italiano | Español

RADYO

Ankara Radyosu
20 Ekim 1940, Çarşamba
Saat: 21.15

YENİ ÇAĞLARDA OPERA

Muhterem dinleyenlerim, toplumun kültür mimarı olan bütün sanat hareketlerinin insanlık tarihi içinde ele alınmaları, insan topluluklarında meydana gelen bütün olaylarda olduğu gibi kronolojik bir sınıflandırmaya tabi tutulmaları gerektiğine göre, biz de operayı, yani müzikli dram sanatını, en eski dönemlerden başlamak suretiyle Rönesans’ta, Barok, Klasik ve Romantik dönemler içinde incelemiş ve bu sanatın gelişimi bakımından çok verimli bir dönem olan 19. yüzyıla kadar gelmiştik. Zaten ortak bir atmosfer içinde doğan bütün sanatları maddi ve manevi görünümlerine göre nitelendirmek amacıyla kullanılan Klasik ve Romantik gibi terimler kültür tarihi içinde sanatları bir yandan da doğdukları döneme bağladıklarından, bugünkü konumuz olan “Yeni Çağlarda Opera”yı Romantizmin sonunda, yani 19. yüzyılın ortasıyla sonları arasında aramak gerekir. Bundan dolayıdır ki klasik dönemi izleyen ilk Romantik espriden belirgin farklarla ayrılmasına rağmen 19. yüzyıl sonlarına kadar yine Romantik espriden beslenen bu döneme “yeni Romantizm” demek de mümkündür.

Klasisizmden önceki dönem ile Klasik dönemin büyük üstatları olan Bach, Haendel, Haydn, Mozart ve Beethoven gibi sanatçılar 18. yüzyıl sonlarına kadar müzik sanatının bütün türlerinde etkili olan bir formu ve birliği saptamışlar, bu sanatın her alanında çok büyük eserler vermişlerdir. Bu durum karşısında Klasikleri izleyen Romantizm üstatları, klasik alanda yapılacak yeni bir şey kalmadığı için bir hayli zorlukla karşı karşıya kalmışlardır, çünkü bunlar bir yandan her hususta örnek olan muazzam eserlerle karşılaşıyorlar, öte yandan onların yaratışları hakkında hızlı bir yargıya varabilmek amacıyla aranılan örneği mevcut literatür arasından kolayca çekip çıkarabilen genel bir eleştiri, Romantizmin bu yeni sanatçıları hakkında insafsız fikirler yürütmekten çekinmiyordu. Dolayısıyla çok sert bir eleştiri karşısında hareket tarzını kolay kolay saptayamayan klasik Viyana ekolü bestecileri, yine klasik dönemin en büyük üstadı Beethoven’in yaratışlarıyla az zamanda çalışma planlarını saptayarak harekete geçmişlerdi ki bu durum sırf Beethoven’den esinlenen Romantik bir ekolün doğumuna vesile oldu. Bu nedenle 18. yüzyılın sonlarına doğru plastik sanatlarla edebiyatı çoktan etkileyen Romantizm, ilk önce Beethoven eliyle müzik sanatına da etkili olmuş ve bu suretle müzik alanında önemli bir reform meydana gelmişti.

Viyana klasiklerini izleyen Schubert, Schumann, Mendelssohn, Weber, Chopin gibi üstatlar elinde önemli bir gelişme geçiren Romantizm, günün birinde Franz Liszt ve Richard Wagner gibi iki büyük sanatkârın yardımıyla ve Yeni Romantizm adıyla gerçek bir zafere ulaştı.

19. yüzyılın başlarında Orta Avrupa sanat esprisinden beslenen Romantik operayı Almanya’da Weber, Fransa’da Meyerbeer, İtalya’da Cherubini ile Spontini ve nihayet Rossini gibi sanatçılar temsil ederken, aynı yüzyılın ortalarına doğru yiıne Avrupa’nın ortasında müzikli dram alanında başlayan yepyeni bir hareket sanat dünyasının dikkatini çekmiş ve bu hareket o zamana kadar görülen opera tekniğini ve estetiğini altüst etmişti. Bütün bu durumlara neden olan büyük sanat devrimcisi Richard Wagner hayatı boyunca dehasına tapanlar kadar karşıtlarıyla da karşılaşmış, ama dönemini yine tek başına temsil etmeyi başarmıştı. Dolayısıyla müzikte bu dönemin ağırlık merkezini Wagner devrimi oluşturduğuna göre, biz de konuşmamızı daha çok bu büyük sanatçının dehası üzerine yoğunlaştıracağız.

 Öte yandan 19. yüzyılın başlarında Richard Wagner’e gelinceye kadar büyük Fransız operasının önemli şahsiyetlerinden olan ve konu seçiminde hiç de müşkülpesent davranmaksızın faaliyet gösteren besteci Halevy, La Juif adlı eseriyle ancak Cherubini’yi tek rakibi olarak tanımıştı. Bu dönemin büyük Fransız bestecisi Berlioz ise, sanattaki teknik dehası inkâr edilememekle beraber tamamiyle Spontini-Gluck yönüne bağlanmış, opera alanında bir yenilik bulamamış, formda eski kalmış, ancak dış görünüşte bir yenilik gösterebilmiş, mizacı bakımından da Beethoven’e eğilim gösterdiğinden yalnız jestlerinde Fransız kalabilmiştir. Daha çok senfoniyle opera arasında orta bir stil olarak tanınan “senfonik şiir” türüne hizmet eden Berlioz’un ilk ve son operaları olan Truva Olayıile Truvalılar Kartaca’da adlı iki eseri de, sanatçının orkestra konusundaki derin bilgisini gösteren senfonik eserleri yanında, dünya opera repertuarına girmeyi başaramamışlardır.

Öte yandan 19. yüzyılın ilk yarısında İtalyan operasını Mozart’tan aldığı ilhamla esaslı bir surette reforme eden besteci Rossini’yi Vincenzo Bellini ve Gaetano Donizetti adlı iki besteci izlemekle beraber, birbirleriyle rekabet edercesine sahne eseri yazan bu iki besteciden Norma adlı operasıyla Wagner’in de beğenisini kazanan Bellini, opera alanında hiçbir yenilik göstermemiş, Lucia di Lammermoor isimli eseriyle ulusal İtalyan tarzında kendine büyük şöhret sağlayan Donizetti ise, ciddi ve komik Fransız operası stilinde yazdığı La Favorite, Don Sebastian ve La Fille du Regiment adlı eserleriyle daha çok Fransızlara eğilim göstermişti.

Orta Avrupa’da ise Weber’den sonra Alman operasını temsil edebilen Kreutzer, Lortzing, Nicolai, Flotow gibi sanatçılar bütün çabalarına rağmen mevcut geleneğe sadakat göstermekten başka bir şey yapamamışlardır. Gerçi Lortzing’in mizah dolu bir eseri olan Çar ve Dülger adlı operasıyla Nicolai’nin Windsor’un Şen Kadınları ve nihayet Flotow’un Stradella ve Martha adlı operaları, geniş bir halk kitlesinin ruhunda bıraktıkları samimi izlerle, bugünün opera repertuarlarında bile sürekli bir yer işgal etmeyi başarmışlardır.

19. yüzyılda yeni Romantizmin ilk ve son temsilcisi olan büyük opera devrimcisi Richard Wagner’e gelince: Döneminin sanat anlayışını altüst eden bu büyük besteci, müzik sanatına her şeyden önce 19. yüzyılda bütün sanatlara hâkim olan felsefi düşünceleri etkili kılmış ve bu suretle müzikte ilk olarak Beethoven’in işaret ettiği önemli bir yönü tanımlamıştır ki bu da müziğin bir sesler bileşimi değil, felsefi bir ifade olduğu prensibine dayanmaktadır. Zaten 19. yüzyıl fikir hayatında meydana gelen değişiklikler, filozof Schopenhauer’da karamsarlığa, fılozof Nietzche’deyse iyimserliğe dayanan bir antitez yoluyla bütün Romantizme bulaşmıştı.

Döneminin en büyük müzik düşünürü olduğuna şüphe edilemeyen Richard Wagner, genç yaşlarından itibaren müzik sanatı için tasarladığı devrimde başarılı oluncaya kadar insanlığın düşün tarihinin bütün aşamalarını ruhen yaşamış ve antik literatürden başlamak suretiyle Hun ve Cermen efsaneleri içinde, Latin ve Rönesans edebiyatında ve nihayet Schopenhauer âleminde olgunluğa ermişti.

1813 yılında Leipzig’de dünyaya gelen Wagner, daha çocukken sanata karşı gösterdiği derin bağ ve ilgiyle gelecekteki dehayı müjdeliyordu. Ancak olgun çağlara kadar ruhunda gizli kalan bu derin bir müzik dehasını çevresiyle beraber kendisi de hissedemiyordu. Gerçekten de ileri yaşlarda çalışmasını tamamiyle müziğe adayan bu ateşli sanatçı, sırf sanat aşkıyla giriştiği mücadelede memleketi içinde ve dışında yıllarca açlık ve yoksulluk çekmiş, ama cesaretini bir an bile kaybetmediği bu mücadeleden günün birinde tamamiyle muzaffer çıkmıştı. Dolayısıyla uzun mücadeleleri içinde fikren sürekli yükselen ve çağdaşı olan büyük filozof Schopenhauer’ın karamsarlık felsefesi yoluyla dramatik eserlerine “aşk yoluyla kurtuluş”u etkili kılan sanatçı, bu suretle Schopenhauer’un feragat felsefesine bağlanmıştı, ama insanlığın kurtuluşunu ancak insani bir sevgide buluyordu. Bu nedenle Wagner felsefesinin esasını oluşturan “aşk yoluyla kurtuluş” motifi, sanatçının en son eserlerinde bile derin bir sembol halinde kendini gösterir.

Küçük yaşlarda ve henüz okul sıralarındayken şairlik yeteneğini her zaman kanıtlayan sanatçı, en olgun çağlarında bile eserlerinin manzum metinlerini kendisi yazmış ve bu suretle Batı edebiyatı tarihinde büyük bir şair olarak da tanınmıştı. Ancak Wagner’de şiir müzikle beraber yaratıldığı için sanatçı bütün eserlerinde müzikli dram alanını tercih etmiştir.

1848 yılında hayatının yarısını tamamlamış olan Wagner, bu tarihe kadar yazdığı eserler yanında opera tarihine Tannhäuser ve Lohengrin gibi iki önemli opera kazandırmıştı. Ancak sanat mücadeleleri sırasında insanlıkla yakından ilgilenen dahinin siyasi olaylara da karışması, siyasi takip veya siyasi kararı gerektiren olayların birbirini kovalaması, ateşli kalp maceralarıyla geçen uzun yıllar ve nihayet sanatçıya dosttan çok düşman kazandıran yazarlık yılları, Wagner’e sağlam ve sarsılmaz bir görüş bahşetmiş ve bu görüşün etkisiyle sanatçının uzun zamandır ruhunda hazırladığı devrim günün birinde gerçekleşivermişti.

1860 yılından sonra başlayan 3. ve son yaratış döneminin ardından 50. yaşını bitiren sanatçı, Tristan operasıyla beraber geçmişten gelen bütün gelenekleri bir anda yıkmış, gerek orkestrada gerekse form prensiplerinde önemli bir değişiklik meydana getirmişti. Eserlerindeki düşünsel ve estetik içeriğe koşut olarak gelişen bu teknik yenilik, Wagner’e kadar bestelenen operalarda şancının solo olarak ve gereğine göre hasret, intikam veya matem gibi duyguları ifade için icra ettiği aryaların yerine, ilk defa olarak sırf müzikal bir konuşma tekniğinden doğan “devamlı bir şarkı söyleme stili” geçerli olmuştur. Artık bu önemli değişikliğin ardından Wagner’in aryalarını okuyanlar, Tristan ile onu izleyen operalarda eski form prensiplerinin tamamiyle tersine olarak metin ile müziği her an yeni ve taze bir suyla akan şelale gibi devamlı bir doğaçlama stili içinde söylemişlerdir. Bu suretle Wagner operalarına, eserin akışını zaman zaman kesintiye uğratan reçitatif ve arya dönüşümleri yerine, konuşma tekniğine tam olarak uyum sağlayan yepyeni bir okuma tarzı hâkim olmuştur.

Öte yandan yine Wagner, eserde geçen bazı fikir ve olayları çağrışım yoluyla dinleyenlere sezdiren kısa temalar kullanmıştır ki eserin belirli yerlerine elle tutulur ve gözle görülürcesine açıklık kazandıran bu plastik temalara, sanatçının yakın dostlarından Wolzogen “leitmotif” yani “hâkim motif” adını vermişti. Wagner’in takipçileri tarafından aynı amaçla kullanılan “leitmotif” prensibi, özellikle senfonik şiir türü gibi tasvire dayanan müzik alanında zamanımıza kadar teknik bir unsur olarak devam edegelmiştir.

Wagner, 1869 yılında büyük besteci Franz Liszt’ın kızı Cosima ile evlendikten sonra, 15 yıldır gerçekleştirmeye çalıştığı Libelungen’in Yüzüğü adlı eserini bitirmeyi başarmıştır. Birbirleriyle ilintili 4 olayın süit halinde birbirini izlemesiyle meydana gelen ve “tetralogie” (dörtleme) adıyla da anılan bu muazzam eser, sanatçıya sonsuz bir şöhret sağlamış ve eserin temsilinde elde edilen büyük başarı Wagner’de öteden beri zihnini kurcalayan ulusal bir Tiyatro Enstitüsü’nün kurulması hakkındaki hayallerinin gerçeğe dönüşmesine vesile olmuştur. Nitekim bir yandan büyük hamisi Bavyera Kralı Ludwig’in yardımı, diğer yandan Wagner dostlarının ülkenin yer yerinden yardım olarak topladıkları 900.000 marklık bir meblağla Bavyera’da Bayreuth’da festival evinin temeli atılmış ve bugüne kadar içinde Wagner’in eserlerinden başka hiçbir şey temsil edilmemiş olan bu muazzam operanın inşası 1876’da bitmiş, açılış töreninin ardından ilk temsil olarak “tetralogie”nin bütünü, tanınmış sanatçıların katılımıyla ve büyük bir başarıyla sahnelenmiştir. Bu eserde bütün gücü kendisinde toplayan minimini bir yüzük, müzikal bir tip olmadıktan başka dramatik bir unsur da değildir. Bununla beraber seyircinin gözüne görünmeyecek kadar küçük olan bu yüzük ne büyük olaylara neden olmaktadır. Burada yüzük tutkunun simgesidir. Onu elde etmeye özenen tanrılar bile göçüp giderler. Sonunda kahraman Sigfreid’in sevgilisi ve aslında aşk ve sadakatin simgesi olan Brunhilde’nin yüzüğü elde ederek onu geldiği yere, yani suya atmasıyla, dünya ve insanlık sevgi ve feragat yoluyla ihtirastan kurtulur.

Tetralogie’nin temsilinden sonra 63 yaşını bitiren Wagner mücadele ve acılarla geçen uzun yıllardan sonra bütün ideallerinin gerçekleştiğini görmekle mutlu olmuştur. Sanatçı bu eserıide yazdıktan sonra kayınpederi Franz Liszt’in etkisiyle yavaş yavaş derin bir tasavvuf âlemine göçmüş ve bu yeni âlem sanat dünyasına en büyük ve en ulu eseri olan Parsifal’i kazandırmıştı. Richard Wagner, baştan aşağı sembollerle dolu olan bu mistik eserin temsilinin ardından sağlık durumunun adamakıllı bozulması nedeniyle ve doktorlarının tavsiyesi üzerine dinlenmek için Venedik’e gitti. Orada hastalığı büsbütün ağırlaşan sanatçı, 1883 yılı Şubatının 13üncü günü Vendramin Calergi sarayında 70 yaşında hayata veda etti.

Muhterem dinleyenlerim, Yeni Romantizm’in ilk ve son üstadı olan büyük besteci Wagner hakkındaki konuşmamızı burada bitirirken, son olarak şu noktayı da sunmama izninizi dileyeceğim: Romantizmin en büyük üstadı olan Wagner’in bütün eserleri aşk, insan ve evren gibi 3 büyük unsurun birliği halinde ortaya çıkmaktadır. Bu büyük sanat dehasının başı, klasik dönemin en büyük dahisi olan Beethoven’e, sonu da büyük Fransız izlenimci Debussy’ye bağlıdır. Dolayısıyla klasiklerin form ve empresyonistlerin izlenim esprisini birbirine katan Romantik bir geçit niteliğinde olan Richard Wagner, yalnızca bir şair, bir müzisyen ya da bir düşünür olmaktan çok, bütün bilgilerin ve bütün sanat unsurlarının tam ve gerçek bir sentezidir.