Cevad Memduh Altar1902-1995
English | Français | Deutsch | Italiano | Español

ESERLERİMAKALELER

Bu belgeyi Word Dökümanı Olarak İndirebilirsiniz!

TÜRK BUTTERFLY'I OTUZ YAŞINDA
1941-1971

(Ankara Devlet Opera ve Balesi yayını, “Madam Butterfly”, 1971-72 sezonu, No.3)

 

“Madame Butterfly bir başlangıç,
güzel ve ciddi bir başlangıçtır:
Bu üç vasıf, devam etmek lâzımdır.”
Falih Rıfkı ATAY
Ankara, 1941

            Türk Butterfly’ı diyorum; çünkü insan sesi için yazılan müzik eserleri, bir başka dilde, bir başka yaşama dönüşüyor; bir bakıma ulusallaşıyor da. Dil gelenekleri ve duygusal aksiyonların insanoğlunda yarattığı fiziksel görüntüler, operaların şan partilerini etkilemekten geri kalmıyor; böylelikle ortaya çıkan jest, mimik, tavır, eda ve hareket türünden topluma özgü ayrılıklar, dilden dile aktarılan eserlerin uygulanışına daha çok yerel bir karakter veriyor. Onun içindir ki, Türk Butterfly’ı, öteki dillerde uygulananlardan az çok ayrı bir ortamda biçimleniyor ve bu eylem, bütün çeviriler için zorunlu bir sonuç olmanın önemini taşıyor.

            Yalnız dilden dile çeviri açısından değil, müzik sanatının, kendinde saklı olan çeviri ve dönüştürme güçleri açısından da incelenmesi, önemli sonuçlar vermektedir. Bu duruma göre besteci, sanatının karakterleştirme gücüyle operalarının tiplerini yaratmakta ve onları, farklı psikolojilere rahatça dönüştürüp şekillendirmede de etkili olmaktadır; ama ne de olsa her tip, başka bir dilde, değişik bir kişiliğe dönüşme eğilimi gösterir. Eserin orijinal varlığını altüst etmemesi gereken bu tür doğal değişimler, toplumların davranış özellikleri açısından bazen olağanüstü güzelliklerin ortaya çıkmasına imkân sağlar; bunun aksi ise, yapıyı bozan tehlikeli sonuçlara yol açar. Bu nedenledir ki, ünlü opera eleştiricisi Oskar Bie (1864-1938), Butterfly’ın 1907 yılında Berlin’de yapılan ilk Almanca oyununu gördükten sonra. “…Amerikalılığın burada nasıl müzikleştiğini, İtalya’nın nasıl Japonlaştığını hayretle gördüm…” demekten kendini alamamıştır. Çünkü eserin bestecisi Giacomo Puccini (1854-1924), iki başrolden biri olan Amerikalı deniz subayı Pinkerton tipine, eserin librettosunda olduğundan çok daha fazla, müziği ile gerçek karakterini vermiş, oyunda rolü olan Batılı artistler kolayca Japonlaşıvermişler, hattâ vakit vakit Uzak Doğuya özgü pentatonizm’e kaçan Butterfly müziği, bestecinin kendisini bile Japonlaşma yolunda etkilemekten geri kalmamıştır.

            Modern çağın ünlü İtalyan bestecisi Puccini’nin, Fransız sahne yazarı Victorien Sardou’nun (1831-1908) aynı konudaki eserinden elde edilen librettoyu kullanarak yazmış olduğu “Madama Butterfly” operasının İtalya’daki ilk oyunu, 17 Şubat 1904’de Milano’da yapılmıştır. Eserin, bu tarihten 37 yıl sonra, Ankara Devlet Konservatuvarı’nın Opera Bölümü öğrencileri tarafından güzel Türkçemize da kazandırılmış olarak 12 Haziran 1941’de Ankara’da Türk Ocağı sahnesinde oynanmış olması, ulusal müzik devrimimizin çok önemli bir olayı olma niteliğindedir. Butterfly’ın yalnız ikinci perdesinin, bu tarihten bir yıl önce ve 21 Haziran 1940’da Ankara’da gene Türk Ocağı sahnesinde, Devlet Konservatuvarı’nın henüz dört yıl şan eğitim ve öğrenimi görmüş olan öğrencileri tarafından oynanmış olması da göz önüne alınacak olursa, Türk Butterfly’ına 31 yaş yılı vermek de mümkündür. Bütün bu oyunlarda, Türk operasının bir numaralı hocası ve sanatçısı rahmetli arkadaşımız Nurullah Şevket Taşkıran başta olmak üzere, rol almış olan çalışkan ve feragatli sanatçılarımızı ve Türkiye’nin bir numaralı Butterfly’ı Mesude Çağlayan’ı iftihar verici anılarla unutmamaktayız. Butterfly rolünü üstün bir başarıyla oynamış olan Mesude’yi anarken, kıymetli sanatçı ve ünlü opera rejisörümüz Aydın Gün’ün de Pinkerton rolündeki olağanüstü başarısını unutmamız mümkün mü?

            Devlet Tiyatro ve Operası’nın kuruluşuna yıllarca büyük emeği geçmiş olan, sahne dünyasının ünlü uzmanı Prof. Carl Ebert’in, Butterfly operasının da olağanüstü nitelikte oynanmasında uyguladığı kendine özgü yönetim ve reji sistemi, opera sanatını yepyeni bir oyun tekniğine kavuşturmuştu; çünkü Ebert, müzik ve edebiyat gibi iki ayrı kökten gelmekte olan opera ve tiyatro sanatlarının gerektirdiği reji özelliklerini, operada tek bileşim halinde değerlendirmekte ileri aşamaya ulaşmış ve bu metodu Ankara’da da başarıyla uygulamıştı. Kıymetli bestecimiz ve orkestra şefimiz Ferit Alnar’ın Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın da değerli katkısıyla, Butterfly operasına gerçek anlamını verme yolunda elde ettiği üstün başarı ve Carl Ebert gibi bir sanat adamıyla bu alanda sürdürdüğü mutlu işbirliği, kültür devrimlerimizin en önemli olayları olma niteliğindedir.

            Hiç unutmam, Madame Butterfly operasının ilk oyunundan beş yıl önceydi (1936). Devlet Konservatuvarı’nın kuruluşuna büyük emeği geçen ünlü besteci Paul Hindemith’in aracılığıyla Prof. Carl Ebert, Millî Eğitim Bakanlığınca, Buenos Aires’teki Teatro Colón’dan Ankara’ya davet edilmiş, kısa bir zaman sonra da Cebeci’deki Musiki Muallim Mektebi’nin içinde, Ankara Devlet Konservatuvarı’nın ilk sınıfları kurulmuştu. Zamanın Millî Eğitim Bakanı rahmetli Saffet Arıkan’ın, “Ankara’da ilk Türkçe opera ne zaman oynanabilir?” sorusuna Carl Ebert, “Beş yıl sonra” cevabını vermişti. Bu konuşmanın tek tanığı olan ben, o zaman tam bir abartı olarak nitelediğim bu görüşe nedense katılmamıştım. Ama aradan beş yıl geçmiş, Ebert’in dediği olmuş, Butterfly operası 1941 yılında, beklenmedik bir başarıyla Türkçe olarak başkentte oynanmıştı.

            Madame Butterfly operasının 30 yıl önce Ankara’da gereği gibi sahneye konmuş olmasının ve eserin Türkiye’mizde sevilip tutulmasının bir başka nedeni de, librettoyu dilimize çevirmede uygulanan metoda dayanmaktadır. Batıda son yarım yüzyıl içinde yapılmış olan opera çevirileri de göstermektedir ki, çok güç ve çok karışık bir uygulama olma niteliğini taşıyan opera çevirisi, ünlü kişilerin bu alanda bilimsel etüdler yayımlamalarına, ortaya koydukları uluslararası değerdeki sistem ve metodları zamanla daha da geliştirmelerine yol açmıştır.(1)

            Butterfly operasının bir Türk Butterfly’ına gereği gibi dönüştürülmesinin, gelişigüzel bir libretto çevirisiyle elde edilemeyeceği biliniyordu. Eserin, her şeyden önce müzik üzerinde ve prozodi tekniğine uygun olarak Türkçemize mal edilmesi zorunluydu. Onun için Gustav Brecher’in (1879-1940) “Opera Çevirileri” metodu da incelenmiş, işin dil ve edebî yönlerden olduğu kadar, prozodi yönünden de değerlendirilmesi için gerekli tedbirler alınmış ve Millî Eğitim Bakanlığınca dört kişilik teknik bir kurul, Butterfly’ın Türkçeye çevrilmesiyle görevlendirilmişti. Nitekim bu kurul, eseri bilimsel kurallar uyarınca Türkçeye kazandırmış ve Türkçe libretto aynı yıl Ankara’da yayınlanmıştır.(2)

            Madame Butterfly operasının kapsam açısından yorumuna ve konunun psikolojik yönden değerlendirilmesine gelince: Eserin konusu, 19. yüzyılın  sonlarına doğru, İtalyan opera sanatında “verismo” olarak nitelenen yepyeni bir eğilime dayanmaktadır. Bu eğilim, sözlü müzik sanatında, gerçeği hayale tercih etmiş, romantizme sırt çevirmiş, günlük yaşamın katı olaylarını müziğin diliyle yorumlayabilmenin tasasına düşmüştür. Oysa müzikli dram yaratıcılığının bu yöntem değişikliği ortaya çıkıncaya kadar, opera dünyasını daha çok şöyle bir görüntü etkilemişti:

            Orta Avrupa, romantik duyuş ve anlayışın egemenliği altında sadece destan ve masal (mythos) türüne bağlanmış, bu ağır yükü taşıma zahmetinden uzun süredir kaçınan İtalyan operasında ise -Giuseppe Verdi’den sonra- “natüralizm”e yönelme çabası baş göstermiştir; bu durum, İtalyan opera sanatında “gerçekçi” yönde gelişen bir eğilimin doğmasına yol açmış, bu çabaya da “verismo” (gerçekçilik) adı verilmiştir. Bu yeni türü, yalnız Richard Wagner’e (1813-1883) karşıt bir akım olarak değil, aynı zamanda o tarihlerde Orta Avrupa sanatında en ileri aşamaya ulaşmış bulunan “senfonizma”ya karşıt bir uygulama sistemi olarak da nitelemek mümkündür. Opera sanatındaki “senfonizma”nın ise, her şeyden önce, eserin tümünü bir bütün halinde kapsaması gereken poetik ve psikolojik özün, ses ile sözün ortak katkısından gelen bir bileşimde dile getirilmesiyle mümkündür. Nitekim bu anlayışa tamamen zıt bir yöntemde yerini almış olan “verismo”, bu eğilimi benimsemiş olan sanatçıların, yollarını, Berlioz, Liszt, Wagner, Saint-Säenz ve R. Strauss gibi sanatçıların “senfonizma” yolundan kesinlikle ayırmalarına da yol açmıştır.

            Madam Butterfly operasında konu, zamanında Batılı romancılardan çoğunun ilgilenmiş olduğu egzotik bir temele dayanmaktadır. Eserin librettosu, yani konunun psikolojik yönü, aşağıda kısaca yorumlanmış olduğu gibi gelişip sonuçlanmaktadır; şöyle ki: Amerikalı bir deniz subayı, Nagazaki’de bir Japon dansözü ile evlenir. Japon geleneklerine göre, evlilik geçici bir bağ olarak da yorumlanmaktadır. Amerikalı subayı bu evliliğe iten neden ise, yabancı bir geleneğe duyulan meraktan başka bir şey değildir. Japon kızı Ço-Ço-San (Butterlfly), işi ciddiye almış, gerçekten duygulanmıştır. Görülüyor ki, eserin Doğu-Batı sentezi halindeki oluşum ve gelişimi, böylesine bir tezada dayanmaktadır. Hattâ Amerikalı subay Pinkerton, kanun baskısından sıyrılıp, yabancı ört ve âdetlerin gereğine rahatça uymaya hazırlanırken, Japon kızı Ço-Ço-San, bir kadın için Batıda geçerli olan evlilik töre ve düzenine kavuşabilmenin merak ve heyecanı içindedir. Bu da gösteriyor ki, her ik taraf da kendi toplumlarında olmayanı elde edebilmenin çabasındadır. Bundan dolayı Butterfly, Pinkerton’u boş yere bekleyip durmuş, kendisine terk edilmiş olduğu haberini getiren Goro’ya, Nagazaki’deki Amerikan Konsolosu’nun önünde, şu sözleri rahatça söyleyebilmiştir:

            “Japonya’da kadın
            Merhametsizce sokağa atılınca,
            Hemen “boşandı” denir.
            Fakat Amerika’da böyle şey olmaz.
            Değil mi?
            Hâkim hesap sorar kocadan mutlak
            Ve sonra der ki: “Karınızı boşamak mı,
            Neden?”
            Bu kadından bıktım usandım!
            Hâkim hiddetle:
            Ya! Hepse çabuk serseri, der.”

            Librettonun yukarıda geçen cümleleri, Ço-Ço-San’ın, nasıl bir yaşamı özlediğini, sevgi bağlarının ne türlü bir düzenin özlemini çekmekte olduğunu açıkça göstermektedir. Hattâ Butterfly, mini mini oğlunun kocası Pinkerton’a benzediğini düşünerek avunmakta ve ancak bu çocuğun sevgisinde teselli bulmaktadır. Ne var ki bu da uzun sürmez ve Amerikalı subay Pinkerton, günün birinde Amerikalı eşi ile Nagazaki’ye çıkagelir; Butterfly, gerçeği ancak o zaman anlar; kurtuluşu, harakiri yaparak kendini öldürmekte bulur.      

            19. yüzyılın ikinci yarısında yazılan romanların bazılarında olduğu gibi, gene de kadının tek yönlü fedakârlığı ile sonuçlanan Madam Butterfly operası, müzikli dram yaratıcılığında, “verismo” türünün en güzel örneklerinden birini vermiş, Pinkerton rolünde amansız bir realizmi yansıtırken, Japon kızı Ço-Ço-San rolünde, egzotik bir romantizmin ince, duygulu bir örneğini vermekten geri kalmamış, böylece iki büyük tezadı, yani “romantizm” ile “realizm”i yan yana değerlendirmekte olağanüstü başarı elde etmiştir.

Cevad Memduh ALTAR

          


(1) Gustav Brecher: Opern-Übersetzungen (Opera Çevirileri), Verlag Kurt Fliegel und Co., Berlin, 1911.

(2) Giacomo Puccini: Madama Butterfly (Madam Butterfly), metni hazırlayanlar: l. Illica ve G. Giacosa, müzik üzerinde Türkçeye çevirenler: Hasan Ferit Alnar, Necil Kâzım Akses, Celalettin Emrem, Cevda Memduh Altar;
Alaaddin Kıral Basımevi,  İstanbul, Ankara 1941.