
Ankara Radyosu
30 Haziran 1939
Cuma, Saat: 21.15
Doğumunun 75. Yıldönümü münasebetiyle
12 Aralık 1943
Saat: 9.45-10.45
Sayın dinleyenlerim, bugünkü modern sanatın bünyesini son 50 yılın fikir cereyanları içinde incelemek gerekir. Bu takdirde aynı adı taşıyan öteki üç sanatçıdan, hattâ Viyana’nın “valsler kralı” diye tanınmakta olan Johann Strauss’dan birçok bakımlardan ayrı tutulması gereken klasik sanat üstadı Richard Strauss’ı, yaşadığımız dönemin bu en yüksek müzik yazarını yetiştiren çevreyi geçen yüzyılın ortalarında aramak gerekir. Bilhasa müzik sanatı son yarım yüzyıl içinde daha çok kişisel eğilimler göstermiştir. Sanat eserleri gelenekten alabildiğine uzaklaşarak yalnızca sanat adamının kişiliğine bağlanmıştır. Bu nedenle Batıda sanatın geçmişi ile bugünü bakımından yapılacak kesin bir araştırma bizi önemli bir kıyaslamaya götürür. Bu kıyaslama da ancak şöyle açıklanabilir: modern sanat akımlarının başlangıcına kadar topluma hakim olan sanat uğraşı kısmen geleneğin tekrarı demek olan bir tür tarih yazarlığıdır. Modern sanat ise daha çok “kişisel eğilim” diye nitelendirilebilecek olan bir sanat koludur, yani bir tür yazarlıktır.
Sayın dinleyenlerim, bu alanda yapılan en son incelemeler modern müzik sanatını 1880 ile 1920 yılları arasında saptamaktadır. Sanatta birbirini izleyen iki ayrı yoldan birinin bir önceki sanat yönünün hakimiyeti esnasında başlayacağı kesin olduğuna göre, son dönemlere ait müzik akımlarının şu şekilde saptanmaları da gerekir: Romantik sanat 1900 yıllarına doğru sona ermiştir. Nitekim 1882’de Wagner, 1883’te Liszt, 1890’da Cesar Franck, 1896’da Bruckner, 1897’de romantizmin son üstadı olan Brahms hayata veda etmiş, romantik opera ise Wagner’in en son eseri olan Parsifal ile tarihe mal olmuştur. Halbuki müzikte romantizmin devamı süresince aynı havayı solumuş, zamanımıza kadar romantik ruhu muhafaza etmiş sanatçılar da yok değildir. Bunların arasında özellikle Hugo Wolf ve Gustav Mahler ile zamanımızın biricik romantik bestecisi olan Hans Pfitzner gibi sanat adamları anılmaya değer.
Sayın dinleyenlerim, modern sanata geçiş durumu ilk olarak 1874’te Rusya’da yazılan Boris Godunow operası ile, bir de ünlü Rus bestecisi Mussorgsky’nin şarkılarıyla başlar. Hattâ o sırada kuzeyli besteci Grieg, İbsen’in Peer Gynt adlı eserini bestelemekteydi. Ve bütün öteki kuzeyli sanatçılar da eserlerine kendi özelliklerini etkili kılmaya çalışıyorlardı. Öte yandan 1890 yıllarında tamamiyle lirik bir besteci olan Hugo Wolf’un kompozisyonları tanınmaya başlamıştı. Bu arada Richard Strauss’un enstrümantal eserleri, bilhassa senfonik şiirleri henüz romantik etkilerden pek o kadar kurtulamamıştı. Dolayısıyla Mahler gibi bir bestecinin eserlerinde iç âlemi anlatması yanında Richard Strauss her zaman dış âleme yönelmişti. Bundan başka Strauss esas olarak yek diğerini tamamlayan iki farklı üslubun temsilcisiydi. Yani kendine özgü olan bu modern sanatçı, ifade bakımından alabildiğine romantik, şekil bakımından ise tamamen entelektüelist bir besteciydi. Bu nedenle Strauss bugün bile idealizm ile realizmi benliğinde bileştiren bir sanat dehasıdır. Bu arada farklı üslupları bir arada kullanabilen sanatçının eserlerinde yan yana yürüyen çeşitli etkileri de saptamak mümkündür. Strauss kişiliğini ifade için çoğunlukla orkestrayı tercih etmiştir. Sayısız basılmamış oda müziği eserleriyle şarkılarını ve orkestra parçalarını, hattâ 15 adet basılmış operayı içeren ilk yaratma döneminden sonra sanatçı için büsbütün yeni bir yaratma dönemi başlamıştır. Bu suretle Strauss daha çok belirli bir olayı anlatan programlı müzik tarzına eğilim göstermiştir. Bu ikinci yaratma dönemiyle modern Orta Avrupa ekolünün temsilcisi olma konumuna erişen sanatçı, ilk önce Liszt ile başlayıp daha sonra Berlioz ve Wagner’in etkisi altında gelişen senfonik şiiri şekil ve üslup bakımından en son olgunluğuna ulaştırmıştır. Eserlerinde güçlü bir lirizmi yaşatan sanatçıda günün birinde tamamiyle enstrümantal ve hattâ sırf dramatik olan bir yaratma dönemi başlamıştır. Yüzü her zaman dünyaya dönük olan bu realist sanatçının eserlerine her şeyden önce güçlü bir hiciv ve mizah da hakim olmuştur.
Sayın dinleyenlerim, Richard Strauss 11 Haziran 1864’te Münih’te dünyaya geldi. Pek küçük yaşlarda sanat yeteneğini kanıtlayan Strauss, daha 6 yaşındayken eser yazmaya başlamıştı. Münih’te lise ve üniversite öğrenimini bitirdikten sonra kendini tamamiyle besteciliğe veren genç sanatçı, Frankfurt ve Berlin gibi şehirlerde büyük başarılar kazandı. 1885 yılında Meiningen şehri müzik direktörlüğüne atandı. Strauss 1886’da Münih operasına 3. orkestra şefi oldu. 1889-94 yılları arasında Weimar orkestra şefliğini üstlendi.
Sayın dinleyenlerim, 1894 yılından 1898 yılına kadar sanatçıyı tekrar Münih’te görürüz. 1898 yılından sonra Orta Avrupa şehirlerinde sayısız konser seyahatleri yapan Strauss, bir süre sonra Berlin’de saray orkestrası şefliğine tayin edildi. 1908’de Berlin operası müzik genel direktörlüğü ile şefliğine, bir süre sonra da Berlin Yüksek Müzik Okulu kompozisyon profesörlüğüne atanan sanatçı, bu görevleri 1919 yılına kadar yürüttü. Strauss 1919 yılında Viyana devlet operası direktörlüğüne getirildi. Bu görevin sona erdiği 1924 yılından beri de resmî görev almayan sanatçı, Avrupa’da yaptığı turnelerle bütün sanat âleminde sırf kendi eserlerini yöneten şef olarak tanınmış ve takdir edilmiştir. Sanatta özgünlüğü 2. yaratma döneminde meydana getirdiği senfonik şiirlerle başlayan Strauss, yine bu dönem içinde Macbeth, Don Juan, Ölüm ve Kurtuluş, Till Eulenspiegel, Zerdüşt diyor ki adlı muazzam senfonik şiirler yaratmıştır. (Plak: Don Juan)
Sayın dinleyenlerim, Richard Strauss’un filozof Nietzsche’nin ünlü eserinden esinlenerek yazdığı Zerdüşt diyor ki adlı senfonik şiirine gelince: Özellikle bu eser uzun bir yorumu gerektirmiştir. Hattâ bu senfonik şiir hakkında sayısız makaleler, broşürler yayımlanmış ve üzerinde uzun uzadıya tartışılmıştır. Bu hayrete değer eseri doğrudan doğruya Nietzsche felsefesinin müziğe uygulanması olarak kabul etmek de şüphesiz hata olur. Gerçekten de bu eser Nietzsche’nin Zerdüşt’ünden esinlenmiş genel bir tasvirden başka bir şey değildir. Bununla beraber öteden beri felsefenin müzikle ifade edilemeyeceğini iddia edenler, yalnız bu senfonik şiiri değil, aynı zamanda Nietzsche’yi de anlamamış olduklarını kanıtlamış olurlar. Bir kere tıpkı Faust gibi felsefi bir eser olan Zerdüşt hiçbir zaman felsefi bir sistem değildir. Nitekim Nietzsche Zerdüşt’te şiir formuyla ifade ettiği şeyleri daha sonra bilimsel bir biçime bağlamak istemiştir. Ancak filozofun hastalığı ile onu izleyen ölümü buna engel olmuştur. Dolayısıyla Nietzschde’nin yazdığı Zerdüşt’ün felsefi bir eser olmasına karşılık, Strauss’un bu eserden esinlenerek yazdığı Zerdüşt’ün senfonik bir şiir olması doğaldır. Strauss bu muazzam eserinde insanın “sur homme” dediğimiz insanüstü bir yaratık oluncaya kadar geçirdiği aşamaları eşsiz bir ifadeyle anlatmıştır. Bu nedenle Strauss’un senfonik yaratmaları arasında bilhassa bu eserin en yüksek yeri işgal ettiği de kesindir.
Bütün senfonik eserlerinde Wagner’in “Leitmotif” prensibine sadık kalan Strauss’un opera eserlerinde de Wagner dramlarından pek o kadar ayrılamadığı görülür. Nitekim sanatçının 1894’te ilk operası olarak yazdığı Guntram adlı eseri, dinleyenlere tamamiyle eski Bayreuth üstadı Wagner’i hatırlatır. Gerçi sanatçının daha sonraki operaları geleceğin dahisini hemen hissettirir. Dolayısıyla Strauss’a özgü opera üslubu ilk olarak 1905’te yazdığı Salome operasıyla başlar. Bunun arkasından gelen Elektra operası ise Strauss’ın bu alanda ulaştığı en son aşamayı işaret etmektedir. Sanatçının Rosenkavalier adlı operası ise tekrar sadeliğe dönüş niteliğini taşır. Burada klasik bir şekle bağlı olan eser, sırf romantik bir hava içinde akıp giden senfonik şiirin yerini almıştır. (Plak: Rosenkavalier)
Sayın dinleyenlerim, büyük üstat Richard Strauss’ın sırf bu eserde ulaştığı o eşsiz sadelik, sanatçının 1912’de bestelediği Ariadne Naxos’ta adlı eserinde daha gelişmiş bir biçimde kendini göstermektedir. Adeta 15. yüzyıl İtalyan Rönesans’ındaki opera formuna yaklaşan bu eser, sanatçının Burgeois Gentilhomme süitiyle yakından ilgilidir. Strauss esas itibariyle büyük Fransız yazarı Moliére’den esinlenmiş olarak yarattığı bu eserde birdenbire kibarlığa özenen M. Jourdain’in saflığını bir kat daha vurgulamak amacıyla Ariadne Naxos’da adlı eseri Burgeois Gentilhomme’un içinde oynanan bir epilog halinde, yani ek bölüm olarak bestelemiş, bu suretle bir tür “oyun içinde oyun” meydana getirmiştir. Gerçekten de en son perdede davetlilere ziyafet çeken kibarlık budalası M. Jourdain, sevdiği Markiz şerefine evinde ayrıca tiyatro da oynatmak ister, bu münasebetle Ariadne Naxos’ta operasını temsil ettirir. Ancak çok ağır ve acıklı olan bu piyesin davetlileri fazla üzeceğini düşünen M. Jourdain, eserin komik bir opera olan Zerbinetta ile karıştırılmasını, hattâ doğaçlama oynanmasını emretmekten çekinmez. Ne yazık ki bu gülünç teklifin arkasından birbirini izleyen bir sürü tuhaf sahneden sonra kibarlığına inanmış olan M. Jourdain fazla saflığı yüzünden sevgilisi Markiz Dorimene’nin Kontla kaçtığını görür. Selameti bu feci olaya göz yummakta bulur.
Strauss bu fevkalade eserden sonra daha başka önemli eserler, şarkılar ve korolar da bestelemiştir. O kadar ki az zamanda bütün dünyada tanınan sanatçıya bir süre sonra Heidelberg Üniversitesi tarafından fahri doktorluk unvanı da verilmiştir.
Sayın dinleyenlerim, Richard trauss’ın Burgeois Gentilhomme adlı süitine gelince: Aslında Moliére’in herkesçe bilinen piyesinden esinlenmiş olan ve daha sonra Ariadne’den tamamen ayrı olarak bestelenen bu 3 perdelik komedi sanatçı tarafından son derece hoş danslarla da pekiştirilmiştir. Gerçekten de sanatçı bu danslarla kibarlık budalası M. Jourdain’in etrafını saran dalkavukları fevkalade yüksek bir sanat dehasıyla karakterize etmiştir. Bu suretle esere müzikal bir güzellik de vermiştir. Bu ünlü komedi birinci perde uvertürünü sırasıyla izleyen şu bölümleri içerir: Menuet, Eskrim hocası, Terzilerın sahneye çıkışları ve dansları, Lully’nin menuet’i, Courant, 2. perde uverturu, İntermezzo, Kleonte’nin sahneye çıkışı, Ziyafet ve Ahçı yamağının dansı.
Sayın dinleyenlerim, yakında doğumunun 80. yıldönümünü idrak ederek olan Richard Strauss, çağdaş müzik sanatının en büyük üstatlarından biridir. Muazzam yaratmalarıyla sanatta her şeyden önce kesin bir kişiliğe yol açmış olan Strauss, eserlerinde gözlemlerini olduğu gibi anlatmış, ancak yarı ciddi ve yarı alaycı bir hiciv üslubu içinde modern sanatın ruhuna ulaşabilmiştir. (Plak: Till Eulenspiegel)