Ankara Radyosu Metin: 22 d.
18..1947, Pazar Müzik:38 d.
Saat: 10.00-11.00 Yekûn:60 d.
Radyo Dergisi’ne verildi:
22.III.1947
Richard Wagner’le başlayıp gene onunla sona eren Yeni Romantizm, müzik sanatında millî çığırların da doğmasını sağlamıştı. Halbuki 19. yüzyıl boyunca Wagner sanatıyla yan yana gelişmiş olan millî çığırlara çeşitli memleketler de katılırken, bu memleketlere mensup sanatkârlardan hiçbiri Wagner’i en ufak anlamda taklit edemediler. Bununla beraber, bu büyük sanatkâra yaklaşmak isteğiyle gösterilen gayret ve enerji, bağımsız olmakla beraber Orta Avrupa sanat etkisinden kolay kolay kendini kurtaramayan millî operaların meydana gelmesini mucip [neden] oldu. Bu takdirde, başı, klasik Viyana üslûbunun büyük üstadı Beethoven’e, sonu, müzikte empresyonizmin kurucusu Debussy’ye bağlı olan Richard Wagner’de, şiir, müzik, felsefe, dramatürji ve nihayet organizasyon dehalarının bir bütün olarak gelişmesi keyfiyeti, Wagner’i taklide imkân bırakmamış ve bu hal, sanatkârın, bütün yaratmalarında bir yenileyici olmaktan ziyade, nevi şahsına münhasır [kendine özgü] bir ihtilalci olarak tanınmasını gerektirmiştir.
Diğer taraftan, Beethoven’in mutlak müzik üslûbunu, 19. yüzyıl boyunca klasik bir görüş ve Wagner muarızlığından [karşıtlığından] gelen bir savaş anlayışı içinde devam ettiren Brahms ve Bruckner gibi senfoni üstatları da Wagner üslûbunun yayılmasına engel olmakta, aynı yıllar içinde sanat dünyasını birdenbire yakıp tutuşturan Johann Strauss valsleri ise, yarım yüzyıldan beri Wagner sanatını dinlemeye alışmış olan geniş bir insan kitlesine âdeta uyuşturucu bir deva tesiri yapmakta idi.
İşte Wagnercilerle Wagner muarızlarının şiddetli bir savaşa tutuştukları sıralardadır ki, Fransa’da Gounod, Bizet, Saint-Saëns, İtalya’da Verdi, Rusya’da Glinka, Rubinstein, Tschaikowsky, Bohemya’da Smetana, Dvorak ve nihayet Norveç’te bestekâr Grieg ile gerek opera, gerek senfonik müzik alanında millî çığırlara temel atılmış oldu. Filozof Nietszche’nin de söylediği gibi, başlı başına bir kültür dehası olan Wagner’le beraber başlayan millî müzik kalkınmalarının arkasından, geçmişten gelen halk şarkılarına ve halk rakslarına [danslarına] ait melodilerden –vokal ve enstrümantal alanda– faydalanmak imkânları da elde edildi. Fakat konusunu halktan alan bu türlü cereyanlar içinde, Romantizm ile Yeni Romantizm’in ve hattâ yeni zamanlara mahsus yaratma esprilerinin kısa bir bilançosunu yapmak zorunda kalan müzik tarihi, her şeyden önce münferit halk topluluklarına dönmekte gecikmedi.
Müzik sanatında millî duyguların bütün şiddetiyle harekete geçtiği sıralarda, lirik karakterde yaratılmış olan eserlerinin dünyanın her yerinde sevilmesi bakımından az zamanda büyük bir kitlenin ilgisini kendine çekmeye muvaffak olan Fransız bestekârı Gounod, 1859 yılında Goethe’nin meşhur eserinden hülasa olan bir metni kompoze ederek meydan getirdiği Faust et Margareth adlı sahne eseriyle 19. yüzyılda millî Fransız operasını kurdu.
(Müzik: Gounod, “Faust”)
Bütün yaratmalarında büyük üstat Schumann’a bağlanan sanatkârı, Ambroise Thomas, Jules Massenet ve Georges Bizet gibi Fransız kompozitörleri takip etmiş, fakat bunların içinde hiçbiri bestekâr Bizet kadar Gounod’ya hayırlı halef olamamıştır. Nitekim 19. yüzyıl resim sanatına ilk olarak güneyin masmavi göğünü, kızgın güneşini, ateşli mizacını sokmaya muvaffak olan Fransız ressamları yanında, aynı empresyonları [izlenimleri] müzik sanatına da eksiksiz tatbik eden bu olağanüstü kabiliyet, eserleri arasında bilhassa Carmen adlı operası ile, Nietzsche’nin de söylediği gibi, âdeta bir Akdeniz müziği yaratmıştır.
(Müzik: Bizet, Carmen)
Bizet, 1875 yılında ve 37 yıllık bir ömrün sonunda bu dünyadan ayrılmış ve hayatı kavga içinde geçen bu hisli bestekârın eserleri, ancak ölümünden sonra anlaşılabilmiştir.
19. yüzyıl Fransız bestekârları arasında klasik bir anlayışla eser yaratmış olan Camille Saint-Saëns, her şeyden önce piyanist ve organist olmasına rağmen, birçok koro ve orkestra kompozisyonları yanında, Orta Avrupa’da da sevilen operalar yazmış ve bunların içinde en çok Samson et Dalila adlı eseri sanatkâra devamlı bir şöhreti sağlamıştır. Aynı yüzyılın ortalarına doğru ciddi Fransız operası yanında, ilk önce Hervé adlı bir bestekârın yazdığı Küçük Faust ve Mamzel Nitouche adlı eserler, müzik sanatında dramatik minyatür üslûbunu meydana getirmiştir ki millî Fransız operasına yol açan bu hafif sanat tarzı, 1819’da Kolonya’da dünyaya gelen bestekâr Jacques Offenbach’a önderlik etmiş ve bu verimli sanatkârın günün birinde opera karikatürleri diye de vasıflandırılabilmesi mümkün olan küçük çaptaki eserleri yazmasını mucip olmuştur. 102 adet sahne eseri yaratmış olan Offenbach’ın operaları arasında Hoffmann’ın Hikâyeleri adlı komik opera her yerde sevilmiş ve bestekâr ile sanat dünyası arasında mesut bir münasebetin kurulmasını sağlamıştır.
(Müzik: Offenbach, Hoffmann’ın Hikâyeleri)
Offenbach’tan sonra, sanatkârın biricik halefi olan Leo Delibes, Lakmé adlı eserinde elde ettiği melodi ve orkestrasyon zenginliği ile popüler bir kompozitör olarak tanınmış, Offenbach’ın kurduğu hafif opera tarzı, bu sanatkârla sona ermiştir.
19. yüzyılın ikinci yarısının ortalarına kadar, yalnız bestekâr Giuseppe Verdi ile yetinmiş olan İtalyan operasına gelince: Aynı yüzyılın başlarında, İtalyan operasını tek başına temsil eden Rossini’den sonra, 1813’te Parma’da dünyaya gelen Verdi yetişinceye kadar, İtalya’da opera sanatı hiçbir hareket gösterememiş, fakat az zamanda büyük işler başaran Verdi, Rossini ile Wagner’in vefatından sonra, 19. yüzyılın nihayetine kadar çağdaş bestekârların en büyüğü olma şerefini kazanmıştır. Başlangıçta İtalyanların pek o kadar anlayamadığı Verdi sanatı, klasik bir mânâ içinde gelişme istidadı göstermiştir. Büyük bestekârın baş eserleri arasında anılan Il trovatore ya da La Traviata adlı operalarından sonra, 1871 yılında Kahire’de İtalyan operasının açılış töreni için bestelediği Aida adlı eseriyle, Othello ve Falstaff isimli operaları, az zamanda bütün kalplere yer etmiş ve o âna kadar İtalyanlar elinde önemini kaybetmiş olan “koloratur” teganni [şan] karşısında, öz anlamda dramatik bir ideale sahne olmuştur.
(Müzik: Verdi, Aida)
1901 yılında Milano’da ölen Verdi, Wagner’e saygı ile bağlanmış ve Wagner’in ölümünden sonra 19. yüzyıl operasının en büyük mümessili olarak tanınmıştır. Halbuki İtalya’da 19. yüzyıl sonlarına kadar Rossini ile Verdi’den başka hiçbir millî bestekâr adının işitilmemiş olmasına karşılık, Almanya’da şair-bestekâr Peter Cornelius (komik-opera janrında bestelediği Bağdat Berberi ve Cid adlı iki operası ile) ve bestekâr Humperdink (müteaddit eserleri arasında bir halk operası olarak meydana getirdiği Hänsel und Gretel adlı sahne eseri ile) Wagner inkılabını tatbike çalışmışlar, fakat sarf edilen bütün gayretlere rağmen ancak 19. yüzyıl millî opera sanatıyla yan yana yürüyen yeni bir Orta Avrupa üslûbu kurmaya muvaffak olmuşlardır.
Güney Avrupa ile Orta Avrupa sanat kaynaklarından yıllarca gıdalanmış olan Slav memleketleri de müzik alanında bağımsız olma ihtiyacını duymuş ve sırf böyle bir istekledir ki 19. yüzyıl ortalarına doğru Rusya’da ve Bohemya’da millî müzik lehinde hareketler başlamıştır. Nitekim Rusya’da, uzun zaman kilisenin baskısı altında kalan halk müziği, ilk önce aynı yüzyılın yarısında Mihail Glinka gibi millî bir bestekârın eli