
Ankara Radyosu
(İstanbul radyo evinde
teype alındı:
25.V.1956
Cuma)
Cevad Memduh Altar
Müzik gibi, hem yaratana, hem de yaratılan eseri icra edene muhtaç olan bir sanat nevi için çok kere iki tip sanat adamına lüzim hissedileceği tabiidir. Onun içindir ki, sanat eserinin yaratılış safhasına esas olan “buluş” dehası ile ifadesi safhasına esas olan “icra” dehası arasında herhangi bir fark tespitine imkân yoktur. Bazen de yaratma ve icra etme nevinden başarıların, yalnız bir sanat adamının nefsinde toplandığı da vakidir. Nitekim bu tip sanat büyüklerine örnek olarak, ancak Liszt gibi, Beethoven gibi dâhiler gösterilebilir.
(F. Liszt: 12. Rapsodi (yarısı)
Orkestra, Julian von Caroli)
Geçen yüzyıl içinde sanat dünyasını hayretlere düşüren icracı dâhilerden biri de, 1880 yıllarına doğru eşine as rastlanır piyano konserleri vermiş olan Anton Rubinstein idi. Fakat hem yaratıcılık, hem de virtüozluk nevinden iki ayrı özelliği nefsinde toplamış bulunan Rubinstein, bu iki başarıdan yalnız birinde, yani virtüozlukta rekabet kabul etmez bir noktaya ulaştığı içindir ki, sırf icracılık dehasıyla vasıflandırılmış, dünyada eşine az rastlanan bir kaç virtüozun arasında önemle yer almıştır.
Rubinstein’ın vaktiyle ne büyük bir heyecanla sevilmiş ve başta taşınmış olduğunu, zamanında kaleme alınmış bazı yazılardan da anlamak mümkündür. Bu hususta bize en doğru malûmatı veren vesikalar arasında, şüphesiz devrinin ileri gelen virtüozlarından biri olan meşhur piyanist Vernuccio Busoni’nin yazıları gelir. Şimdi sözü Busoni’ye bırakalım ve bu büyük tenkitçinin piyanist Rubinstein’ın, Viyana gibi devrin en yüksek bir sanat şehrini ilk olarak ziyaret ettiği tarihlerde verdiği birkaç konserin önemini açıklamak için, 28 Şubat 1884’te kaleme aldığı bir yazıyı birlikte gözden geçirelim:
“Viyanalılar, Rubinstein’ın, tertiplediği çeşitli sanat turneleri arasına kendi şehirlerini de katmamış olmasından şikâyet etmekte idiler. Halbuki büyük piyanist, bu şehri ziyaret ettiği takdirde sanatını anlayacak, bu sanata layık olduğu saygıyı gösterecek bir dinleyici kitlesiyle karşılaşacağına emindi. Diğer taraftan Rubinstein, kendisine, bir besteci olarak da lazım gelen kıymeti vermemiş ve eserlerini layıkıyla takdir edememiş olan Viyanalılar’ın aleyhinde bir hayli atıp tutuyordu da. Onun için, Rubinstein’ın, hayatı boyunca Viyana’ya ayak basmamaya, hattâ bu şehri kendi feyzinden mahrum bırakmaya âdeta ahdettiği ve onu bu fikrinden vazgeçirmek hususunda büyük gayretler sarf edilmiş olduğu da öteden beri söylenmekte idi. Fakat her şeye rağmen, Şubat ayının başındaki güzel günlerin birinde, duvarlara, reklâm sütunlarına yapıştırılmış olan, kanarya sarısı renginde, güzel ve koskocaman afişlerde, yine kocaman harflerle Rubinstein’ın ilk konserini ayın 14’ünde vereceği, artık gerçekten ilan edilmişti. İşte bu ilan gününden itibaren, Viyana’nın müzikle ilgili kısımları, sanki ayaklanmış gibiydi. Nitekim ilk üç konserin giriş kartları bir anda satıldı; öyle ki, konsertist (Rubinstein), Musikverein’ın salonunda, arka arkaya iki konser daha vermek zorunda kaldı.
“İlk üç konser için bastırılmış olan programların üstünde, konsertist yalnız virtüoz olarak vasıflandırılmıştı. Rubinstein’ın –oldukça acı bir ifade ile– şu sözleri söylediğini ben de işittim: Bunlar beni yalnız virtüoz olarak tanımak istiyorlar. Mademki öyle istiyorlar, varsınlar benim yalnız virtüozluk tarafımı görsünler.
“Onu ikinci ziyaretimde, pek de neşesiz görmedim; bu hal “Neron” adlı operasının repertuvara kabulü için Saray Tiyatrosu Müdürlüğü ile yapılan konuşmalardan etrafa yayılan dedikoduların o kadar sebepsiz olmaması lazım geldiğini açığa vuruyordu. Diğer taraftan üstadın neşesi, bilet satışının sağladığı gelir miktarı nispetinde çoğalmakta idi; ve en son konser programına, kendi yazdığı eserler arasından en az 18 tanesinin katılması keyfiyeti, büyük sanatçının eninde sonunda hemen herkesle barışmasını mucip oldu.
“Rubinstein kendini dinleyici kitlesine birçok sebeplerden sevdirmesini bilen bir sanat adamıdır. Programları insanı şaşırtacak derecede zengindir. Beş akşam arka arkaya vermiş olduğu konserlerin programlarında yer alan eserlerin listesini, tecrübe maksadıyla olsun gözden geçirirsek, işin önemini derhal anlarız. Sonat olarak: Beethoven’den Op. 31, 107, 27, 106, 57; Weber’in La-bemol majör, Chopin’in Si-minör, Schumann’ın Fa-diyez minör sonatları; Fantezi olarak: Chopin’in ve Bach’ın kromatik fantezileri; Schubert’in Do-majör Op. 15 Fantezisi; Mozart’ın Do-minör Fantezisi, Schumann’ın Büyük Fantezi’si (Op.17); Chopin’in diğer eserleri arasından: Etüdler ile Prelüdlerin büyük bir kısmı, Noktürnler, Mazurkalar, Valsler, Polonezler, Empromtüler, 4 Ballad, Barkarol v.s.; bunlardan başka: Bach’ın Fügleri, Schumann’ın Kreisleriana, Fanteziler, Ormandan Sahneler, Senfonik Etüdler adlı eserleri; Händel’in Varyasyonları ve Süitleri; Mozart’ın Rondo’su; Schubert’in Empromptü’sü; Liszt’in çeşitli aranjmanları; Tschaikowsky, Liadoff ve Nikolaus Rubinstein, Haydn, Field, Weber, Mendelssohn, Henselt, Thalberg, Ph. E. Bach gibi besteciler ile sair bestecilerin bazı küçük çapta eserleri.
“Böylelikle Rubinstein, ilk karşılaşmada akılda kalmayacak olan programları dinleyicilere sunmayı ve tatbik etmeyi kâfi görmüyor, bilakis programlara öyle eserler katıyordu ki, sanatçı bu yolda bir taktiğe sık sık başvurmak suretiyle, basılı program ile Rubinstein’ın bizzat tahayyül ettiği programın hiçbir vakit aynı zamanda planlaştırılmayacağını dinleyicilere anlatmak istiyordu.”
(Chopin: Ballad sol-minör Op.23)
Buraya kadar, Veruccio Busoni gibi bir sanat adamının dünyanın en büyük piyano virtüozu sayılan Rubinstein için neler düşündüğünü öğrendik. Şimdi Rubinstein’ın Viyana’da ilk konserlerinde çaldığı eserlerden bazıları için Busoni’nin neler düşündüğünü de kısaca gözden geçirelim. Busoni yazısına şöyle devam ediyor: “O, şu şekilde bir çalış tekniğiyle dinleyenlere müessir [etkili] oluyor: Büyük bir ton (dinleyenler bilhassa böyle bir tonu seviyorlardı), zaptedilemeyen bir ihtiras, canlı ve ateşli bir ifade. İşte Rubinstein, teknik hassasiyeti çok kere bu iki özelliğin lehine feda etme şıkkını tercih etmiştir. Forte’si ne derece kudretli ise, yumuşak ve kıvamında olan piano’su da o nisbette narin ve süratle akıp giden renklerle doludur. Cantabile’si bazen akıllara hayret veren bir güzelliktedir; bazı melodiler onun elinde kendine mahsus bir sihir içinde akıp gider. Beetoven’in Ayışığı sonatını çalarken karşılaştığımız barış havası, bizleri bu kanlı savaştan tamamiyle zararsız çıkarmıştır.”
(Beethoven: Ayışığı Sonatı, Wilhelm Kempff)
Busoni,Rubinstein’ın Viyana’daki ilk konserlerinin dördüncüsünü de şu cümlelerle anlatıyor: “Dördüncü konserde Rubinstein 25 tane ağır eseri arka arkaya çaldıktan maada [başka], tam bir kudret ve tazelik içinde Liszt’in 12’nci Rapsodi’sini ve bütün bunlara ilave olarak ayrıca Chopin’in iki Prelüdünü de çalmıştı ki bunardan Re-minör Prelüd’ünün fevkalade güç olduğunu herkes bilir.
“Fakat bir yandan programların uzunluğu, diğer yandan boğucu sıcaklar, dinleyici kitlesini yormuş, harap etmişti. Artık Rubinstein’ın bakışları da pek o kadar sevimli değildi; kravatı çözülüp bir yana sarkmış, vücudu adamakıllı tere batmış, saçlar birbirine karışmış, gömleği terden yumuşamış, her tarafı sırsıklam olmuş, ayakta duracak hali kalmamış, yüzünde ıstırap dolu bir ifade belirmişti.
“Dinleyicilerin, büyük sanatçıya her konserin sonunda gösterdikleri heyecan dolu saygı, bilhassa dikkate değer bir mahiyette idi. Prelüd ve Füg’ün çalınışı çok tesirli olmuştu; besteci bu eseri harikulade güzel çaldı; burada gerek form, gerek ifade, mütemadiyen değişen bir hava içinde birbirini tamamlıyordu.”
Büyük piyanist Busoni, Rubinstein’ın Viyana’da verdiği beş büyük konseri, nasl icra ettiğini nakleden yazısını şu cümlelerle bitirmektedir: “Neden acaba Rubinstein, orkestra ile konser vermedi? İşte hemen her yerde sorulan bir sual. Bizzat yazdığı o harikulade güzel konçertolarından birini, yahut da senfonilerinden birkaçını dinletmek fırsatını vererek, yaratıcılık kudretini de bizlere ispat etmek istemeyişinin sebebi acaba nedir? Korkarım Rubinstein, sırf para ve vakit kaybını önlemek için olacak ki, bu şekilde konser tertiplemeyi kâfi gördü.
“Burada Rubinstein’ı kutlamak için yapılan törenleri görmek insana o kadar heyecan veriyor ki. Hareketinden bir gün önce Operanın ve Burg Tiyatrosunun üyeleri, Rubinstein şerefine bir ziyafet verdiler; büstünü çiçekle örtülü bir yerin tam ortasına koydular ve bu büstün etrafını defne çelenkleriye çevirdiler.”
Geçen asrın kültür dünyasına hükmetmş bir virtüozun insan ve sanatkâr portresini Busoni’nin yazısı ne kadar güzel çiziyor. Kaldı ki bu yazı, cemiyetin sanat adamına verdiği değeri olduğu gibi açıklaması bakımından da mühim. Sanata o derece hazırlıklı bir cemiyet ki, orada sanatseverler yalnız Rubinstein’ı dinlemekle kalmıyor, onun o yüklü, o ağır programını beş ayrı seans halinde dikkatle ve alâkayla dinleme sabır ve tahammülünü de gösteriyor.
(Bach: Prelüd Sol-majör
Çembalo: Julia Menz)