Cevad Memduh Altar1902-1995
English | Français | Deutsch | Italiano | Español

RADYO

Ankara Radyosu
24.VIII.1947, Pazar
Saat: 10-11

ROBERT SCHUMANN’A DAİR

Cevad Memduh Altar

            Robert Schumann, müzik sanatına yaptığı hizmetleri bir bakıma tesadüflere borçlu idi. Sanatkâr, gençliğinde piyano virtüozu olmak istedi. Parmaklarının kısa yaratılmış olmasının bu isteğine engel olacağını düşünerek ellerini ameliyat ettirdi ve bu suretle parmaklarını büsbütün sakatlamış oldu. Fakat bu hal, müzik tarihinin yüksek kaliteli bir bestekâr ve muharrir [yazar] kazanmasını sağladı. Çünkü piyano çalamayan Schumann, artık dört elle kaleme sarılmıştı.

            Devrin sanat anlayışı kıt insanları,  yazdıkları yazılar ve yaptıkları uluorta tenkitlerle Schumann’ı müteessir ediyorlardı. Bu üzüntülü duruma seyirci kalamayan Schumann, sanatı kazanç mevzuu  yapmış olanlarla mücadele için, muharrirlik yapmak lazım geldiğini hissetti ve Leipzig’de “Yeni Müzik Dergisi” adlı bir dergi çıkarmaya başladı. Schumann, dergisinde sanat hakkındaki görüşlerini istediği gibi yayınlayabiliyordu. Gene bu dergide yazıları çıkan muharrirler arasında, Schumann muhayyelesinin [hayal gücünün] yarattığı üç mevhum [hayalî] tip vardı ki, bunlardan birincisi Florestan, ikincisi Eusebius, üçüncüsü de Hakim Raro adını taşıyordu. Schumann, bu üç mevhum şahsı yıllarca dergisinde karşılaştırdı ve bunları sanat konusu üzerinde karşılıklı konuşturdu. Hakikatte Schumann, zamanın dar görüşlü, beceriksiz sanat tenkitçilerini, kabiliyetsiz bestekârlarını, bu üç mevhum şahsa yaptırdığı şiddetli tartışmalarla bizzat tenkit ediyordu [eleştiriyordu]. Bu suretle sanatkâr, zamanının yanlış telakkileri ile açıkça alay ediyordu.

            Bütün bu tartışmalarda, sırf Schumann’ın fikirlerini temsil etmekte olan Florestan, her şeye kolay kolay inanmayan, mücadeleci bir tip idi. Eusebius, sanat adına yapılan her gösterişe inanan, her propagandaya kanan saf bir insan idi. Hakim Raro, Florestan ile Eusebius’un tartışmalarını halletmek için, onlara doğru yolu, hakiki hedefi gösteren bir üstat idi. Diğer taraftan Schumann, dergisinde devamlı olarak konuşturduğu bu üç mevhum şahsı, öteden beri bir müzik sembolü olarak kabul edilmiş olan Davut Peygamber’e nisbet etmiş [eşit tutmuş]ve bunlara “Davudiler” (Davidsbündler) adını vermişti.

            Schumann, 1834 yılında yayınlamaya başladığı müzik dergisine öyle bir inanla sarılmıştı ki, bu hal bestekârı az zamanda devrin tanınmış bir muharriri yapmaya kâfi geldi. Zamanın sanat muhitlerinde sevilerek okunan dergi, kurulduğu tarihten beri sanat dünyasının gösterdiği yakın ilgi ile bugüne kadar da yaşadı.

            Robert Schumann, günün birinde kendi piyano hocasının kızı olan Clara ile tanışmış, daha küçük yaşlarda, Viyana gibi devrin ileri gelen bir müzik şehrini piyanodaki üstün başarısı ile hayran bırakan bu sanatkâr kıza kalben sımsıkı bağlanmıştı. Bu temiz bağı az zamanda meşru bir şekle sokmayı düşünen Schumann’ın bu isteğine en önce Clara’nın babası engel oldu. Sebep olarak, Schumann’ın kültür durumunun bu işe müsait olmadığı ileri sürülüyordu ve Clara’nın ebeveyni, ilerisi karanlık bir müzisyene kızlarını veremeyeceklerini söylüyorlardı. Halbuki bu hadise, genç sanatkârın hayatında önemli bir dönüm noktası oldu. Tahsil durumunun kesin olarak düzenlenmesi gerektiğini hisseden sanatkâr, derhal Jena Üniversitesine talebe oldu ve birkaç yıl içinde Felsefe doktorası yaptı. Nihayet Schumann, uzun süren bir mücadeleden sonra, Clara ile mesut bir yuva kurmaya muvaffak oldu. Artık devrin yüksek bir virtüozu olan Clara, Schumann’ın nazarında her şeydi. Clara için çektiği gönül üzüntüleri, göze aldığı çetin kavgalar, orta halli bir faniyi her an ümitsizliğe düşürecek kadar üzüntülü geçen anlar, sanatkârın yaratma dehasını büsbütün harekete geçirmiş ve bu hal sanat tarihine ölmez eserler kazandırmıştı.

            Zaman oldu ki, Clara ile Schumann, müşterek çalışmalarının mahsûlünü umdukları gibi devşirememiş olmanın verdiği elemle sarsıldılar. Çünkü vaktiyle Beethoven’i de sarsmış olan muhitin alâkasızlığı, Schumann’a da ıstırap vermiş ve sanat adına söz söyleye kendilerinde hak gören bir sürü sanatkâr taslağı önünde Schumann, çok kere kahrolmamak için hüner göstermek zorunda kalmıştı. Günün birinde sanatı himaye eder görünen bir hükümdarın huzurunda Clara bütün heyecanı ile kocasının eserlerini çalıyordu. Davetliler arasında bulunan Schumann’a hitap eden hükümdar, söyleyeceği sözün önemine inanmış bir insan edasıyla, “Siz de müzikten anlar mısınız?” diye sormakta besi görmedi ve o zaman Schumann’ı da düşündürmüş olan bu acayip sual, sanatkârın hayatında önemli bir menkıbe olarak kaldı.

            (Schumann: La-minör piyano konçertosundan I. kısım)       8 dk.

            Şimdi gene, Schumann’ın Clara ile hayatını henüz birleştirmemiş olduğu yıllara dönelim: Vaktiyle Orta Avrupalı sanat adamlarının çoğunda olduğu gibi, Schumann için de Viyana, gelecek hakkında geniş hayaller kurmaya müsait bir şehirdi. Sanatkâr, dergisini çıkaralı henüz birkaç yıl olmuştu. Sevgili Clara’sı için göze aldığı mücadelenin, günün birinde kendi ruhunda yaratabileceği aksi tesirden korkan Schumann, bir müddet Leipzig’den ayrılmaya karar verdi ve 1838 yılında dergisi ile beraber Viyana’ya göç etti. Fakat yıllardan beri sürüp gelen siyasi olaylarla oturulamayacak bir hale gelmiş olan, Matternich’in bu meşhur hafiye şehri, Schumann’a beklediği ilgiyi göstermedi. İşte bu ve buna benzer kötü tesadüfler, sanatkârın hayatı boyunca önemi olan daha başka olayların meydana gelmesine sebep oldu. Hattâ 1838 yılının Ekim ayına kadar Viyana’da nafile yere didinmiş durmuş olan sanatkâr, aynı ayın 10’unda ailesine yazdığı bir mektupta şöyle diyordu: “Burada ne adi parti kavgaları, ne adi sanat kavgaları var, inanamazsınız; hele burada herhangi bir işte tutunabilmek için, zannedersem benim hiç de olamayacağım gibi, yılan tabiatli bir insan olmak lazım…”.

            Schumann, Viyana’da çektiği bütün ıstıraplara rağmen, tabiatin müstesna güzelliklerini ihmal etmemiş ve hele sevgili Clara’nın verdiği heyecanla, bazı lirik piyano eserleri meydana getirmişti.

            (Schumann: Çocuk Sahnelerinden 3 parça)                         5 dk.

            1839 yılının Nisan ayında, Viyana’da artık tutunamayacağını anlamış olan Schumann, tekrar Leipzig’e dönüp, Clara’ya kavuşma yolundaki mücadelesine yeniden başladı ve tam bir yıl sonra zaferle biten bu mücadele sonunda Clara, ona her bakımdan hayat arkadaşı olma ödevini üzerine almış bulunuyordu.

            Schumann, 1846 yılının kış aylarında Clara ile birlikte ikinci defa olarak Viyana’da göründü. Arada geçen yedi yılın son iki yılını sevgili eşi ile Dresden’de geçirmiş olan sanatkâr, kendisine çok ıstırap veren Leipzig’den sevinçle ayrılmış olmasına rağmen aradığı huzuru Dresden’de de bulamamış, bu sefer de bir konser turnesini bahane edip tekrar Viyana’ya dönmüştü. Fakat muhakkak ki Viyana’ya büsbütün yerleşme ümidiyle yapılan bu seyahat, Schumann’ı olduğu kadar Clara’yı da yakından ilgilendiriyordu. Çünkü 1837 yılında, henüz Schumann ile evlenmeden çok önce, genç bir kız olarak yapmış olduğu Viyana turnesinde uyandırdığı hayranlık, Viyana’ya yerleşme düşüncesinin her ikisi için de bir ideal olacağı kanaatini gün geçtikçe kuvvetlendiriyordu. Hele bu kanaati doğuran büsbütün başka bir sebep daha vardı ki, yalnız bu sebep, sanatkâr çifti haklı olarak Viyana’ya koşturmaya kâfi geldi. 1838 yılında, yani Schumann’ın Viyana’ya yerleşme yolundaki karara henüz ulaşmış olduğu sıralarda, Viyanalıların kalbini fethetmiş olan Clara, elde ettiği zafere mükâfat olarak “Viyana Müzikseverleri Derneği” azalığına kabul edilmişti. Ne gariptir ki, vaktiyle Schumann’ı kaçıran Viyana, Clara’ya kayıtsız şartsız kollarını açmış bulunuyordu. Clara, Viyana Müzikseverler Derneğinin kendisini azalığa kabulünü büyük bir şükranla karşıladı ve bu husustaki duygularını derneğe bir teşekkür mektubuyla bildirmekte gecikmedi. Bütün bu olaylar, günün birinde hayatlarını birleştirmiş olan Schumann ile Clara’nın Viyana’ya yerleşme hususunda son ve müşterek bir teşebbüse geçmeleri lazım geldiğine işaret ediyordu. Nihayet üzücü bir bekleme devresinden sonra, her ikisi de Viyana’nın o meşhur Stefan Katedralini tekrar karşılarında görmek fırsatını elde ettiler.

            10 aralık 1846’da Clara Viyana’da ikinci konserini verdi. Viyana, bu sanatkâr kadını bu sefer de içten bir alâka ile karşıladı. Fakat her nedense genç kadın hâtıra defterine şu notları yazmaktan kendini alamamıştı: “9 yıl önceki alâkayı göremedim”. Halbuki bu geçen 9 yıl içinde Clara virtüozluğun zirvesine ulaşmış ve genç kadının sanatkârlık şahsiyeti bir hayli gelişmişti. Artık Clara, yalnız devrin moda eserlerini çalmıyordu. Hattâ zamanında sanat dünyasının başta taşıdığı büyük Fransız bestekârı Meyerbeer ile kolay kolay rekabete girişilemediği bir devirde, Clara sevgili kocası Schumann’ın eserlerini çalıyordu. Herhalde Viyana sanat muhitinin Schumann’a gösterdiği ilgisizlik yüzünden olacak ki, genç kadın, 9 yıl önceki ilgi ile karşılaşamamış olduğunu hâtıra defterine yazmak zorunda kaldı. Diğer taraftan Clara’nın Viyana’da verdiği konser, sanatkâr çifte ancak birkaç Ducat temin edebilmiş, ne yazık ki Schumann’ın o sıralarda yazdığı “Piyanolu Kuvintet” ile iki piyano için meydana getirdiği “Andante ve Varyasyonlar” ve meşhur “La-minör Piyano Konçertosu” yapılan masrafları örtecek bir geliri oldun sağlayamamıştı. Bu elim neticeye çok üzülmüş olan Viyanalı bir tenkitçi, acı bir mizah edası içinde yazdığı makalede şöyle diyordu: “Ne yazık ki Robert Schumann, Güney ve Kuzey Almanya gümrük anlaması yüzünden çok zarar etti (!), görülüyor ki Alman romantizmine mensup olan bu insanlar, sanat zevkinin çok bozulmuş olduğu şu zamanda artık kimsenin aramadığı bir matah haline geldiler; Robert Schumann Viyana modasına uymalı ki sevilsin, ihtimal günün birinde de bu böyle olacak; fakat unutmayalım ki  acaba bu hal onun lehine mi, yoksa aleyhine mi olacak? Bildiğimiz bir şey varsa o da, sanatkârın yazdığı kuvintetin daha geniş muhitlerin sevebileceği kıymette bir eser olmasıdır”.

            (Schumann: Piyanolu kuvintetten I. kısım)                8 dk.

            Fakat bu güzel eserin –hele Beethoven’in ölümünden beri– hakiki sanat heyecanından bir hayli uzaklaşmış olan Viyana’da, hattâ daha geniş muhitlerde tanınmış olmasına imkân var mıydı? Çünkü devrin sanat esprisi, bu eseri layık olduğu gibi kavrayabilecek bir olgunluktan henüz çok uzaktı. Bütün bu işlere seyirci kalmak istemeyen Schumann, karısı ile beraber ve büyük bir heyecan içinde hazırladığı üçüncü bir konserden sonra Viyana sanatseverlerine kendini muhakkak tanıtacağına inanmış bulunuyordu. Bu konserin tarihi de 20 Aralık olarak tespit edildi ve o sıralarda Clara’nın hastalanmasıyla başka bir zamana bırakılan konser, nihayet 1 Ocak 1847’de verilebilmiş, fakat Schumann’a karşı büsbütün zayıflamış olan alâka yüzünden çok az bir gelir sağlamış olan konserin masraflarını, zavallı Schumann cebinden eklediği 100 Florinle ancak kapatabilmişti. Bu neticeyi haber alan Viyana müzik dergisi, şu satırları yazmakla hissiyatını açıklayabileceğine kani oldu: “Kelimenin en kesin mânâsıyla hakiki bir sanatkâr olan Clara Schumann gibi bir piyanistin konserinde, salonu bu derece mütevazı bir dinleyici kitlesinin doldurduğuna bakılırsa, Viyana konser hayatının, yaşama kudretini açıklayacak en küçük bir atomdan bile mahrum olduğu ve bu hayatın artık yalnız mezara namzet olduğu anlaşılır, yahut bütün bunları doğuran daha derin sebeplerin varlığını kabul etmek lazım gelir…Robert Schumann’ın bu senfonisi (1 numaralı B-Dur senfoni) zamanın bu neviden bütün kompozisyonları ile boy ölçüşebilir ve muhakkak ki bu boy ölçüşmede Schumann hiçbir şey kaybetmez…”.

            (Schumann: La-minör piyano konçertosundan II. kısım)                 8 dk.

            Ne tuhaftır ki, asıl mucize bu konserden sonraki konserde görülmüş ve aynı yılın Ocak ayının 10’uncu günü verilen en son konserin biletleri tamamen satılmıştı. Hattâ bazı kimseler bilet bulamadıkları için duydukları üzüntüyü açıklamaktan geri kalmadılar. Fakat ne çare ki, Viyana sanat zevkinde böyle birdenbire baş gösteren değişikliği, gazetelerin acıklı yazılarından dolayı halkın rikkate gelerek Schumann sanatını anlamaya azmetmiş olması şeklinde izah etmek mümkün değildi. Bilakis, aynı konserin programına katılmış olan bir sansasyon, bu işi kurtarmış ve zamanında “İsveç bülbülü” diye anılan tanınmış muganniye [şarkıcı] Jenny’nin de bu konsere katılması, halkı ister istemez Schumann’ın eserlerini dinlemeye icbar etmişti. İşte konser bundan dolayı maddi bakımdan da sevinilecek bir şekilde neticelendi. Bütün masraflar ödendikten sonra Schumann ailesine 300 Taler kadar bir kâr sağlanmış oldu. Hele bu konserler münasebetiyle Clara ile Schumann’ın, ileri gelen sanat adamlarıyla şahsen de tanışmış olmalarına bakılırsa, bu ikinci Viyana seyahatinin Schumann için tamamen başarısızlıkla neticelenen birinci seyahatle mukayese edilemeyecek kadar faydalı olduğu görülür.

            Şurası da muhakkaktır ki, Beethoven gibi bir dâhiyi kaybettikten sonra, bütün sevgisini yalnız salon müziğine, sansasyon virtüozluğuna vermiş olan Viyana, o tarihlerde Schumann sanatındaki derinliği aynalayabilecek durumda değildi. Fakat aradan çok zaman geçmemişti ki, sırf Clara’nın Schumann lehine yaptığı mücadele sayesinde kazanılmış olan sanatseverler, Viyana sanat muhitini ister istemez tasfiyeye tabi tuttular ve bu hal, yıllardır Viyana’ya hükmetmiş olan İtalyan operasının aleyhine neticelendi. Nitekim 1848 yılına doğru İtalyan operası Viyana’dan uzaklaşmak zorunda kalmış, konser programlarında artık İtalyan aryaları yer almamaya başlamıştı. O sıralarda Viyana’da adı sık sık işitilen Joseph Helmesberger adlı bir tenkitçi, yazılarıyla ve tertip ettiği konserlerle Viyana halkına Orta Avrupa Romantiklerini tanıtmaya azmetmiş ve bu mücadelesinde muvaffak olmuştu. Nihayet 1849 yılına doğru, Schumann Viyana’da yavaş yavaş dinlenmeye ve anlaşılmaya başladı.

            Ne çare ki, sanatkârın ölümüne ancak 7 yıl kala elde edilmiş olan bu zevk değişikliği, Schumann tarafından pek o kadar anlaşılamadı. Çünkü sanatkâr, anlaşılamamış olmanın verdiği azaptan kendini kolay kolay kurtarabilecek durumda değildi. Fakat her şeye rağmen Viyana Müzikseverleri Derneği, 1853 yılında Schumann’ı da Clara gibi azalığa kabul etti. Bu vaziyet karşısında büyük bir heyecanla sarsılan Schumann, Derneğe olan şükranını ancak şu mektupla anlatabilmişti: “Aşağıda imzası bulunan ben Schumann, vaktiyle eşimin nail olduğu şerefe şahsan da nail kılınmış olduğumdan ve böylece eşimle yepyeni bir meslektaşlık münasebeti kurabilme yolunda bana imkân verilmiş olmasından dolayı, Avusturya İmparatorluğunun Müzikseverler Derneği yüksek müdürlüğüne candan teşekkürlerimi arz ederim. Her ikimiz de lütuflarınızın temadisini istirham ederiz. Yüksek Müdürlüğün hürmetkârı, Robert Schumann, Düsseldolf, 24 Ocak 1853”.

            O tarihlere kadar sanatına pek önem verilmeyen Schumann’ın, eşinden 15 yıl sonra olsun Viyana Müzik Dostları Derneğine aza olarak kabul edilmiş olmasına ne derece sevindiğini bu mektup açıkça göstermektedir.

            Robert Schumann, eserlerinin, ölümünden birkaç yıl önce tanınıp sevilmesi karşısında beklenen heyecanı gösterme fırsatını elde edememişti. Çünkü 1854 senesindeki intihar teşebbüsünden sonra şuurunda baş gösteren bozukluk, onun son iki senesini, hiç kimseyi, hattâ sevgili Clara’sını bile tanıyamayacak bir halde, Bonn civarındaki Endenich akıl hastanesinde geçirmesini mucip oldu. Bu suretle Schumann, kendisinden büyük eserler beklendiği bir yaşta, sanat dünyasından elini ayağını çekmek mecburiyetinde kalmıştı. Hattâ sanatkâr, geçen asrın kültür anıtları arasına kattığı ölmez eserlere karşı insanlığın duyduğu derin alâkayı göremeden, 1856 yılı Temmuz ayının 29’uncu Salı günü hayata gözlerini kapadı.

            Aziz eşi Clara, çok sevdiği kocasının ölümünden önce ve sonra yazdığı notlarla, büyük sanatkârın mustarip portresini bizlere ancak şu satırlarla anlatmak istiyordu: “Akşam altı ile yedi arası. Bana gülerek baktı; vücuduna hakim olamadığı için bana güçlükle sarılabilmişti. Bu hali hayatımda unutamayacağım. Bu sarılışı, dünyanın hiçbir servetine değişmem. Sevgili Robert’im, seninle böyle mi karşılaşacaktık; yüzünün sevimli hatlarını ne büyük bir güçlükle teşhis edebildim; ne mustarip bir bakış!...”

            “28 Pazartesi günü, ben ve Johannes [Brahms] bütün gün hastanede idik… çok ıstırap çekiyordu. Ah, onu kurtarması için mütemadiyen Allahıma yalvarıyordum. Çünkü onu çok seviyordum…

            “29 Salı günü, onun ıstıraptan kurtulduğu gündü –öğleden sonra saat 4’te tam bir huzur içinde uyudu. Son saatleri sakin geçti. Ve hiç kimse bir şey hissetmeden daldı gitti. O anda yanında kimse yoktu…

            “Sevgili kocamın başı ucunda yalnız ben duruyordum. Sakindim; onu kurtardığı için Allaha bütün hissiyatımla şükrediyordum, yatağının önünde diz çöktüğüm vakit, öyle derin bir huşu içinde sarsıldım ki, onun yüksek ruhu âdeta üstümde uçuyor sanmıştım. Ah, keşke beni de beraber götürseydi… Başına birkaç çiçek koydum –O benin aşkımı da alıp götürdü!”.

            Robert Schumann’ın ölümünden sonra daha 40 sene yaşamış olan Clara, sanat dünyasının, yıllardan sonra kocasının eserlerine gösterdiği derin saygıyı ve sevgiyi görmenin verdiği huzurla müsterihti. Ne yazık ki, Schumann gibi mücadeleci bir sanat adamı, yaratma dehasının verdiği gururla, hayatında bir an olsun sevinmek imkânını elde edemedi; fakat onun sanatı, Clara gibi sadık, samimi bir eşin gayretiyle, sanatseverlerin kalbine ebediyen yer etti.

            (Schumann: La-minör piyano konçertosundan Final)                      8 dk.