Cevad Memduh Altar1902-1995
English | Français | Deutsch | Italiano | Español

RADYO

Ankara Radyosu
11.V.1947
Pazar, saat: 10-11

KARL MARİA VON WEBER

Cevad Memduh Altar

            Sanat büyüklerinin çoğu vaktinden evvel verilen yanlış hükümler yüzünden kendi dehalarını bizzat inkâr ettiler. Bu hususta Wagner misal olarak gösterilebilir. Çocukluğunda kız kardeşi piyano dersi alırken müziğe kabiliyeti olmadığı söylenen Wagner, gençliğinde devrin büyük filozofu Schopenhauer’in de aynı ithamına maruz kaldığına göre, sanatkârın kabiliyeti ileri yaşlarda baş göstermemiş olsaydı, bu şaheserler ne zaman meydana gelirdi? Unutmamalıdır ki Mozart, 35 yaşına kadar bütün bu işleri gördükten sonra dünyaya yüz çevirmiştir. Müziğe hiç istidadı olmadığı söylenen Richard Wagner, hakkında yapılan uluorta tenkitlere inanmış olacak ki, çocukluğunda başladığı piyano dersine kendini bir türlü bağlayamadıktan maada, “Acaba ben ileride bir şey olabilir miyim?” diye vakit vakit düşünmekten de kendini alamadı.

            Küçük yaşlarda müziğe olan kabiliyeti yanlış tefsir edilen sanatkârlardan biri de Karl Maria von Weber’dir. Weber’in hocası, talebesinin kabiliyetsizliğine fazla inanmış olacak ki, günün birinde hiddetini gizleyememiş ve elindeki keman yayıyla mini mini Karl’ın parmaklarına vurarak şöyle demişti: “Karl, sen katiyen iyi bir müzisyen olamayacaksın”. Halbuki Weber 19. yüzyıl Romantizmini kuran sanat adamlarından biri olarak, ileri yıllarda geniş bir kitle tarafından sevilmiş ve müzik tarihinde layık olduğu yeri almıştır. Weber, gençliğinde Dresden’de orkestra şefi olarak çalıştığı sıralarda, en çok, kendisi gibi kabiliyetsizlikle itham edilmiş olan Wagner’e müessir [etkili] olmuş ve genç Wagner, sırf Weber’den aldığı ilhamla, müzikli sahne sanatı alanında insanlığa ölmez eserler vermiştir.

            Küçüklüğünden beri ezici şartlar altında yetişmiş olan Weber, mizacı itibariyle de içli bir sanat adamı olduğu için, devrin lirik havasına alabildiğine intibak edebilmiştir [uyum sağlayabilmiştir]. Hattâ Weber, müzik sanatının, “opera” gibi, “Lied” gibi edebî metinle işbirliği eden bir alanında, buluşlarının sadeliği ve orijinalliği bakımından kendini geniş bir halk kitlesine sevdirmeye muvaffak olmuştur.

            Vaktiyle Mozart sayesinde İtalyan tesirinden kurtulan Orta Avrupa operası, ancak Weber elinde olgunlaşmış ve bu hal, sanatkârın zamanla millî bir kahraman olarak sevilip sayılmasını sağlamıştır. Weber, kendinden sonra Liszt’ler, Berlioz’lar elinde gelişen “Leitmotif” prensibini, hiç kimsenin böyle bir şeyi düşünmesi mümkün olmadığı bir zamanda ortaya koymuştu. Nitekim Weber, hatırlatma yoluyla dinleyenlere bazı olayları ruhen yaklaştıran bu neviden motifler ile senfonik alanda meydana gelen eserlere de tasvirî bir bünye vermeye muvaffak olmuştu. Bu itibarla, Weber’in eserleri dinlenirken, âdeta elle tutulur hakikatlerle baş başa kalmamaya, binbir renk içinde canlanan romantik peyzajlara el uzatmamaya imkân yoktur. Bundan dolayı Weber sanatı, yalnız geliştiği muhiti değil, uzak ülkelerdeki sanatseverleri de yakından ilgilendirmiştir.

            Mesela Weber’in piyano için bestelediği “Dansa davet” adlı eseri, az zamanda geniş bir kitleyi yakından ilgilendirmekle kalmamış, aynı zamanda dans müziğinin konser repertuvarlarına da alınması imkânını sağlamıştır. Bu itibarla, bu güzel valsin başındaki o ağır giriş müziğini dinleyen herkes, gözleri kamaştıran bir dans salonunda, dam ile kavalye arasında geçen dansa davet görüşmesini âdeta işitir gibi olur. Hattâ Weber’in piyanoya bestelediği bu güzel eseri günün birinde orkestraya tatbik etmiş olan büyük Fransız bestecisi Berlioz, eserin en başında, Weber’in taklit yoluyla elde etmiş olduğu Kavalye-Dam sahnesini, keman, tahta ağaç sazları ve viyolonsel gibi erkek ve kadın seslerini taklide müsait olan âletlere icra ettirerek, o derece reel bir ifadenin meydana gelmesini sağlamıştır ki, bu eseri Berlioz orkestrasından dinleyip de baş taraftaki dansa davet konuşmasını ve bunun arkasından dansa katılmaya karar vermiş bir çiftin, kendilerini parlak bir valsin nağmeleri arasına kapıp koyuvermelerini görüp işitmemeye imkân yoktur.

            (Weber: Dansa davet)                                    8 dk.

            Weber’in operalarına gelince: Büyük sanatkârın sahne eserleri arasında kendine dünya şöhreti sağlayan en özlü eseri “Sihirli Av” (Freischütz) operasıdır. Weber bu operayı ilk olarak 18 Haziran 1821 tarihinde Berlin’de sahneye koymuştur. Eserin daha ilk temsilinde Weber, halk tarafından o derece şiddetle alkışlanmıştır ki, o sıralarda İtalyan sanatını Orta Avrupa’da temsil eden, Berlin’deki genel müzik direktörlüğü mevkiini kaybetmemek için yıllardır savaşmak zorunda kalmış olan meşhur İtalyan bestecisi Spontini, Weber’in bu muvaffakiyeti karşısında Berlin’i terk etmek zorunda kalmıştır.

            Weber’in “Sihirli Av” adlı operasının mevzuu kısaca şöyledir: İyi silah atmanın erkekliğin baş şartlarından sayıldığı memleketlerin birinde, sevdiğini ancak namlusunun hakkıyla elde edebilecek olan, fakat iyi nişan almayı beceremeyen zavallı bir genç vardır. Diğer taraftan, hayatı ancak şeytana temin edebileceği kurbanlar nispetinde uzatılabilecek olan bir ikinci genç, artık kurban edecek insan bulamadığı için müşkül duruma düşünce, âşık delikanlıyı şeytanla tanıştırıp ona, hedefe mutlaka ulaşması lazım gelen sihirli kurşunları temin eder. Bu genç, kurşun hedefe zahmetsiz ulaşacak diye sevinir; fakat hakikatte kurşun, sevgilisinin kalbine ulaşacaktır; böylelikle bir insan kurban edilecek, şeytanın arzusu yerine gelecek, şeytanın zaptettiği gencin hayatı da, -diğer bir kurban bulununcaya kadar-  uzatılmış olacaktır. Atış günü, hükümdarın huzurunda tüfek patlar. Ne çare ki kurşun, görünmeyen koruyucu bir elin etkisiyle havada yolunu değiştirip, gizlendiği ağacın üzerinde olanı biteni heyecanla gözleyen, şeytanın büyülediği ikinci gencin kalbini deler; onu öldürür; iyi kalpli saf kızcağız da böylelikle ölümden kurtulur.

            Üç perdelik Sihirli Av operasında birinci gencin adı Max’tır. Bu gencin sevdiği kızın adı Agathe’dir. Şeytanla işbirliği yapan ikinci gencin adı Kaspar’dır. “Kara Avcı” diye anılan şeytanın adı da Samiel’dir.

            Sihirli Av operasının herkes tarafından sevilen uvertürü, eserin Berlin’deki ilk temsilinde o kadar derin bir heyecan yaratmıştı ki, gerek uvertürü, gerek operanın diğer kısımları sürekli alkışlarla birkaç kere tekrarlandı. Hele uvertürde kullanılmış olan bazı motifler, biraz evvel tanıttığım şahısları ne güzel karakterize etmektedir. Mesela uvertürde vakit vakit işitilen donuk davul gürültüleri, kara Avcı Samiel’i hatırlatmaktadır. İşte mükemmel bir “Leitmotif” başlangıcı. Vakıa [Gerçi] Wagner’in kastettiği mânâda bir Leitmotif değil, ama bu işe ilk olarak Weber el koymamış olsaydı, Wagner’in ve Liszt’in eserlerindeki Leitmotif’ler belki de meydana gelemeyecekti.

            (Weber: Freischütz uvertürü)                        8 dk.

            Berlin’de uzun yıllar çalışmış olan İtalyan bestecisi Spontini’nin yakın dostu, geçen yüzyılın meşhur tenkitçisi E.T.A.Hoffmann bile, Freischütz operasını seyrettikten sonra, hakikati söylemek zorunda kalmış ve şöyle demişti: “Mozart’tan sonra, Beethoven’in Fidelio’su ve bu Freischütz operası istisna edilmek şartiyle, Alman operası sahasında mühim bir şey meydana getirilemedi”. Eserin 18 Haziran 1821’deki ilk temsilinden sonra Weber, hâtıra defterine şu satırları yazmıştı: “Akşam, yeni tiyatroda ilk opera olarak oynanan Freischütz, inanılmayacak bir heyecan yarattı. Uvertür ile halk türküsü kısmı tekrar ettirildi, hattâ 17 çeşitli parçadan 14’ü şiddetle alkışlandı. –Çok şükür Tanrıma!”.

            (Weber: Freischütz’den bir arya
            Weber: Freischütz’den Agathe’nin aryası)               8 dk.

            Weber çok mütevazı bir sanat adamı idi. Sanatkârın hayatında sık sık karşılaşılan o ince tevazua örnek olarak şu hadise gösterilebilir: Freischütz operasının Berlin’deki ilk temsilinden elde ettiği zaferle Dresden’e dönen Weber, bavulunu açtığı zaman karşılaştığı çelenkle (ki bu çelengi Berlin muvaffakiyeti üzerine, dostları ondan habersizce bavuluna koymuştu) vakit kaybetmeden, yazı masasının yanında duran Mozart heykelini süslemiş ve şöyle demiş: “Bu çelenk bana layık değil, sana layık!”.

            Tanınmış Weber biyografı Hellinghaus, Weber hakkında yazdığı eserin bir yerinde şu vakayı anlatmaktadır: Weber, Berlin’deki Freischütz muvaffakiyetinden sonra, 25 Haziran 1821’de yeni tiyatronun salonunda bir konser verir. Sanatkârın hâtıra defterine bizzat kaydettiği gibi, bu konser kendisine az para, fakat çok şeref getirir. Gene aynı konserde vazife alan meşhur Fransız viyolonisti Alexander Boucher, Weber’in refakatinde, bir Norveç teması üzerine bestelenmiş keman varyasyonlarını çalarken, birdenbire irticalen meydana getirdiği bir kadansla, hem Weber’i, hem de dinleyenleri hayrete düşürür. Meğer viyolonist Alexander Boucher’nin konser esnasında irticalen çaldığı kadans, Freischütz operasının en güzel melodilerinden birinin kodasıyla meydana getirilmiş orijinal bir kadansmış. Fakat iş bununla da bitmemiş, kadirşinas viyolonist, kemanı üzerinde bütün heyecanıyla yaratmaya gayret ettiği kadansı beklenmedik bir yerde ansızın keserek, yanı başında duran Weber’in boynuna sarılmış ve yüksek sesle şöyle demiş: “Ah büyük üstat, bilsen seni ne kadar seviyorum, sana ne kadar hayranım!”.

            Bütün bu muvaffakiyetlerden sonra altı yıl daha geçmişti. En son sahne eseri olan “Oberon” operasının ilk temsilini idare etmek üzere Londra’ya giden Weber, ağır surette hastalanır. Fakat sanatkâr, her şeye rağmen eserini bizzat idare etmeye karar vermişti, çünkü ailesinin geçimine yarayacak parayı başka türlü temine edemeyecek olan Weber, her ne pahasına olursa olsun, Londra turnesini başarmak zorunda idi. Diğer taraftan çok sevdiği kocasının her halini adım adım takip eden iyi kalpli eşi, Weber’in Londra’ya hareket ettiği gün, büyük bir ıstırapla sarsıldı; kocasının Londra’dan dönemeyeceğini anlar gibi olmuştu. Hattâ Weber’i götüren arabanın, evin kapısından uzaklaşırken çıkardığı gürültünün ruhunda yarattığı akisleri dostlarından birine yazdığı mektupta anlatmak isteyen Madam Weber şöyle diyordu: “Araba kapıdan uzaklaşırken sanki tabut kapağı çivilenirmiş gibi bir gürültü kulağıma geldi”.

            Londra’da geçen ilk günlerden sonra, Weber çok sevdiği karısı ile iki oğlunu müthiş özlemişti. Ne çare ki görülecek işler vardı. Nitekim bu işler de görüldü; Oberon operasının 12 Nisan 1826’da Londra’da verilen ilk temsilinden sonra, eseri birkaç kere daha başarı ile idare edebilen Weber, 5 Haziran 1826’da ansızın öldü ve büyük bir şölenle onu İngiltere’nin başşehrine gömdüler. Bu acıklı hadisenin üstünden henüz 10 sene geçmemişti ki, Dresden’de saray tiyatrosunda vaktiyle Weber’in işgal ettiği şeflik mevkiine getirilmiş olan Richard Wagner, çocukluğundan beri büyük üstadı Weber’e olan sevgisinin verdiği heyecanla, onun kemiklerini Londra’dan Dresden’e naklettirmek için esaslı teşebbüslere girişti. Nihayet Weber’in kemiklerini, ölümünden 18 yıl sonra Londra’dan Dresden’e getirtti, hazırlanan metfene [mezara] törenle defnettiler.

            Romantizmin esaslı kurucularından biri olan Karl Maria von Weber’in eserlerini dinlerken şu ciheti önemle göz önüne almak lazım gelir: Bütün yaratmalarında halk kaynaklarından faydalanmış olan Weber, “sanat” ve “başarı” gibi, yalnız insanoğluna müyesser [insanoğlunda görülen] iki büyük kıymeti nefsinde toplamış ve sırf bu iki kaynaktan beslenmek suretiyle meydana getirdiği eserler, sanat tarihinde ona şerefli bir yer sağlamıştır.

            (Vakit kalırsa:
            Weber: Euriyanthe uvertürü)                         8 dk.