Cevad Memduh Altar1902-1995
English | Français | Deutsch | Italiano | Español

ESERLERİMAKALELER

Bu belgeyi Word Dökümanı Olarak İndirebilirsiniz!

Dünya
25 Mayıs 1965

 

Sanat Olayları

Atatürk’ün bir idealinin meyvesi:
ANKARA DEVLET KONSERVATUVARI
25 YAŞINA BASMIŞ BULUNUYOR

Cevad Memduh ALTAR

            Atatürk ilkelerinin en başta gelen konularından biri de, müzik sanatında gelişme ve olgunlaşma idi. Ata, 1934 yılının Büyük Millet Meclisini açış nutuklarında şöyle diyordu: “Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir”. Bu gerçeğin, geleneksel sanatlarımızı, aktüel değer yolu ile çağdaş seviyeye ulaştırmadaki, aklın ve kuvvetin yanına güzelliği de katmadaki rolü büyüktü. Milletçe kalkınmanın sağlam temellere dayanması gerektiğini çok iyi bilen Atatürk’ün bu alanda açıkladığı daha nice görüşleri de vardı ki, bunların her biri, insanlığın çağdaş düzenine huzur ve iman katmanın önemini taşır. Nitekim Ata, güzel sanatlar hakkındaki duyuşlarından birini de gene 1934 yılında şöyle açıklamıştı: “Çetin bir mücadele hayatında uğraşacak ulusların yüreklerinde kuvvet, neşe, hayat ve azim bulmaları, muvaffak olabilmeleri için hem başlangıç noktası, hem devam vasıtası, hem neticeye ermenin tesirli tılsımı, güzel sanatlardır”.

            İşte Ata’nın bu yüksek deyişini, müzikte gerçekleştirmiş olan Ankara Devlet Konservatuvarı, çeyrek yıllık hayatını tamamlamış, toplum düzenine bilgili sanatçıyı katmış, memleket içinde ve dışında Türk sanatının yüzünü ağartmış ve yeni Türk müziğine milletlerarası alanda eşit seviye sağlamıştır.

            Devlet Konservatuvarı, Atatürk ilkeleri ışığında meydana gelmiş özlü bir kültür kurumu olduğu içindir ki memlekete sanatın gelişimi yönünden üzerine aldığı görevi, son çeyrek yüzyıl içinde, eksiksiz amaca ulaştırmıştır. Bu kurumun yetiştirdiği sanatçılar arasında üçüncü kuşağı da idrak eden yeni Türk kompozitörlüğü, millî ve milletlerarası repertuvara eser vermiş, senfoni, konçerto, oda müziği, opera ve öteki türlerde yazılmış yeni eserler, yerli ve yabancı sahne ve programlarda değerlendirilirken, ses ve enstrüman virtüozlarımız, yeni Türk sanatında olduğu kadar, dünya sanatındaki üstün başarılarıyla da sevilip sayılmışlardır. Müzikte Türk yaratıcılığı, icracılığı ve orkestra yöneticiliği, yerli ve yabancı radyo ve konser programlarında, olağanüstü ilgiyle dikkati çekmiş, Türk sanatı ve sanatçısı dünya basınında da hayranlıkla söz konusu edilmiştir.

            Bütün bu gelişmeler, bir yandan da teknikte yeniliğe dayanmaktadır. Çünkü sanatta millî ruhu, milletlerarası değerdeki ortaklaşa bilim ve teknikle işleyip çağdaş anlatım seviyesine ulaştırmadan, uygarlık dünyasında eşit hakka sahip olmaya imkân yoktur. Geleneksel müziğimiz, bir yandan saf ve ilkel varlığıyla yaşarken, bir yandan da bütün medeni toplulukların sevip sayacağı üstün bir “sanat müziği” şeklinde istihale edecektir [dönüşecektir]. Bu, ya eskinin yeni yüzle görünmesi, ya da eskiden mülhem [esinlenen] yepyeni yaratışlara gidilmesiyle mümkündür. Her iki şıkta da bütün milletlerin ortaklaşa tekniğinden faydalanmak, milletlerarası değerdeki standart enstrümanları tanımak ve gereği gibi kullanmak şarttır.

            İşte bu prensiplere uyarak gelişip olgunlaşmış olan Ankara Devlet Konservatuvarının bugüne kadar başardığı işler, sanatta yaratma gücümüzün çağdaş üstünlükteki verimi değildir de nedir? Nitekim gene özlü sonuç, opera icracılığımızı dünya sahnelerine taşırken, şöhret yapmış yabancı opera okuyucularının da Türk opera sahnesine akımına yol açmıştır. Dünya repertuvarına mal olmuş opera şaheserlerinin, Türk ve yabancı sanatçılar arasında, iki ayrı dilden oynanması ne demektir?

            Ankara Devlet Konservatuvarının bir çeyrek yüzyılı arkaya attığı şu sürede, bu olumlu sonuçları sevinçle görebilmiş olmanın sırrını, gene büyük önder Atatürk’ün düşüncelerinde izlemek mümkündür. Bakınız, Ankara’da bir devlet konservatuvarı kurmayı azmetmiş bir önder, bundan tam 26 yıl önce (1938’de), hiç kimsenin kafasında konservatuvar anlamı gereği gibi belirmemişken ne diyor: “…ancak bugünkü Türk kafası musikiyi düşündüğü zaman … insanlara basit ve geçici heyecan verecek musikiyi aramıyor. Musiki dendiği zaman, yüksek duygularımızın, hayat ve hatıralarımızın ifadesini bulan bir musiki murat ediyoruz! ... Bugünkü Türkler, musikiden, diğer yüksek ve hassas cemiyetlerin beklediği hizmeti bekliyor.”

            Bu yorumu, daha Devlet Konservatuvarı kurulurken yapan Ata’nın, tasarılarını nasıl gerçekleştirebileceği görüşü büsbütün önemlidir. Bakınız Ata, yukarıdaki yorumundan dört yıl önce (1934’te), millî müziğimizi –bütün milletlerin yapmış olduğu gibi– çağdaş değere ulaştırma yolunu da şu çok önemli formül ile ne güzel gösteriyor: “… ulusal, ince duyguları, düşünceleri anlatan, yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak, onları bir gün önce genel son musiki kurallarına göre işlemek gerekir. Ancak bu düzeyde Türk ulusal musikisi yükselebilir…”.

            Görülüyor ki, bugün çeyrek yüzyılı aşan hayatıyla, Türk toplumunu çağdaş uygarlık gerçeğinin öngördüğü sanat yaratıcılığı bakımından tatmin eden Devlet Konservatuvarı, kurtarıcı önder Atatürk’ün yıllar boyunca kafasında taşıdığı bir idealin meyvesidir.