Cevad Memduh Altar1902-1995
English | Français | Deutsch | Italiano | Español

ESERLERİMAKALELER

Bu belgeyi Word Dökümanı Olarak İndirebilirsiniz!

Cumhuriyet
17-18 Eylül 1965

 

KÜLTÜR İŞLERİ BAKANLIĞI MI,
YOKSA KÜLTÜR MÜSTEŞARLIĞI MI?

Cevad Memduh Altar
TRT Genel Müdür Yardımcısı
(Eski Güzel Sanatlar Umum Müdürü)

            Atatürk inkılaplarıyla birlikte bu büyük soruna da vakit vakit yönelme zorunluluğu baş göstermişti. Nitekim inkılaptan sonra “Sanayi-i Nefise Encümeni”nin kuruluşundaki ana ilke bu idi. Ne yazık ki, zamanla encümen, gerekli şekle doğru gelişemeden dağıldı ve 1934 yılına kadar sürüp giden Kültür, Sanat ve Uygarlık çabalarımız, özlenen yönetime bağlanamadı. 1934 yılında gene Atatürk’ün bu hayati konuya el koyması gerekmişti. Çünkü bu yolda kalkınmaya yön verecek, yalnız Anadolu toprakları üzerinde bin yıla yaklaşan varlığımızın hücceti [kanıtı] olan millî kültürümüzü, güzel sanatlarımızı, mimari anıtlarımızı tanıtacak, çağdaş yüzeye çabucak ulaştıracak ilkel inisiyatiflerin bir an önce alınması, artık kaçınılmaz bir zorunluluk olmuştu. Atom çağında teknikten söz etmeye daha vaktimiz vardı ama kültürümüzü, güzel sanatlarımızı, kısacası uygarlık çabalarını değerlendirip dile getirmede gecikmek büyük hata idi. Bu alanda yapacak birçok iş arasında öyleleri vardı ki, bunların hiç gecikmemesi lazımdı. Hele müzik sanatı bunların en başında geliyordu. Bir toplumun fikirde ve duyuda üstünlük miyarı olma vasfını taşıyan müziğin, üstelik korkunç bir düalite [ikilik] içinde bocalayıp durması ne demekti? Onun için bazı sanat kurumlarının süratle kurulması gerekiyordu. Gene aynı yıl Ata: “Bir ulusun yeni değişikliğindeki ölçü, musikideki değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir!” dedi ve arkasından da Millî Eğitim Bakanlığı bu iş için ilk danışma kurulunu Ankara’da topladı (1934).

            Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü

            1934 yılında ve sayın Abidin Özmen’in Millî Eğitim Bakanlığı zamanında müzik sanatının gereği gibi teşkilatlandırılması yolunda ilk adım atılmış ve memleketimizde ilk olarak Millî Eğitim Bakanlığının bünyesine bağlı bir Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü kurulmuştu. Daha önceki “Sanayi-i Nefise Encümeni” sırf bir danışma organı idi ve bu tip kuruluşların çoğunda olduğu gibi, burada görüşülen konuşulan şeyler gereği gibi uygulanamıyordu, çünkü yalnız havale edilen evrak üstünde tartışmakla, teoriye teori katmakla ne çıkardı? Artık aksiyona geçmek lazımdı ve öyle oldu: genel müdürlü, memurlu, mütevazı bütçeli bir idare kuruldu. Bu kuruluş az zamanda kanuni bir kişiliğe de kavuşabildi.

            Samimiyetle itiraf edelim ki, bu küçücük kuruluşun ilk yıllarında, Tiyatro, Opera ve Balenin ilk kaynağı olma önemini taşıyan Ankara Devlet Konservatuvarı kurulmuş, eski bir geleneğe sahip olan İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi ıslah edilmiş, fakat nedense işler bu kuruluşlarla olup bitti sanılmıştı. Bakanlıkça yapılacak işlerin şüphesiz en başında gelen, vatandaşın eğitimi, öğretimi problemi ve bu problemin doğurduğu güçlükler idi. Çünkü Bakanlık o zamanlarda bile kendi asli görevi dışında kalan kültür, güzel sanatlar ve uygarlık sorunlarına da el uzatabilme imkânlarından yoksundu. Yapılacak iş, Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğünü geliştirip güçlendirmekti; fakat Bakanlık buna da yanaşmadı.

            Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğünün kurulmasına imkân veren bir danışma kurulunun toplantısından bugüne kadar tam 31 yıl akıp geçmiş, fakat bu Genel Müdürlük, o gün bu gün, 5-6 memuru aşmayan kupkuru bir kadro içinde iğne ile kuyu kazarcasına çalışıp, her şeye rağmen birkaç sanat kurumunun doğmasına önayak olmuş, sonra da yıllarca yoklukla boğuşmaya devam etmiş, arada bir baş gösteren kıpırdanıp direnmeler de para etmemiştir.

            Uyutuldu

            1960 yılının Eylül ayında İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde, kültür, sanat ve uygarlık çalışmalarının gereği gibi teşkilatlandırılabilmeleri için yapılan toplantının raporunu, Bakan, Millî Eğitim Bakanlığının yetkilerine tedahül [müdahale] ediyor vehmine kapılarak hiçe saymıştı. Aynı yıl içinde yapılmış olan Maarif Şurası toplantısında da bu büyük sorunun üzerinde günlerce durulmuş, neticede bu işlerin bağımsız bir yönetimle yürütülmesi yolundaki karar da uyutulmuştur(!). Sonra da 1964 yılına kadar sanki hiçbir şey yapılmamış gibi davranılmış, 1964 senesi Ağustosunda Güzel Sanatlar Akademisi’nde toplanmış olan Sahne ve Müzik Sanatçıları Danışma Kurulu, Cumhuriyetten beri bu işin güya ilk mütehassıslar konseyi imiş gibi gösterilmek istenmiş ve bu masala ne gariptir ki, Millî Eğitim Bakanı da inandırılmıştır.

            1964 yılının Ağustos ayı toplantısının oybirliği ile verdiği ve devrin Millî Eğitim Bakanı sayın İbrahim Öktem’in herkesten önce alkışladığı bir Kültür İşleri Bakanlığı’nın kurulması kararının muvakkaten [geçici olarak] karşılanacağı kanısı ile çarçabuk kurulan “Güzel Sanatlar Danışma Kurulu” yaşayıp faaliyetine devam edebilmiş olsaydı, gene de bu kadar üzülmeyecektik. Hiçbir kanuni mesnedi [yasal dayanağı], tasarruf yetkisi olmamakla beraber, ileride daha yararlı bir kuruluşa istihale edebilir [dönüşebilir] ümidiyle sevinecektik; ama bu kuruldan da ortada en ufak bir iz kalmadı.

            Tam 30 yıldır hasretle beklenen kuruluşun ilk umut parıltısı, 1965’te ansızın belirivermiş ve Millî Eğitim Bakanlığının idari tasarruf yetkisinden yararlanılarak Türkiye’nin ilk Kültür Müsteşarlığı hele şükür kurulabilmiştir.

            Son umudumuz

            Şimdi bütün derdimiz, bu son umudun, beklediğimiz gelişmeyi süratle yapıp, daha fazla vakit kaybetmeden bir Kültür İşleri Bakanlığı’na çevrilebilmesidir. Aksi takdirde bu Müsteşarlığın yapacağı işlerin ve alacağı tedbirlerin de hiçbir kanuni dayanağı olmayacak, gene bir sürü yıl boşuna harcanıp gidecek, kültür, sanat ve uygarlık sorunlarıyla ilgili bâkir konuların kurulmasını beklediği müesseseler gene kurulamayacaktır. Kültür İşleri Bakanlığı’na gidişi ister istemez sağlayacak olan normal bir geçiş süresinin ancak ilk inisiyatifi olarak gördüğümüz Kültür Müsteşarlığı’nın bugünkü şekliyle kalmasından memleket payına hiçbir fayda beklemeye imkân olmadığı kanısındayım; çünkü Bakana yardımcı ve gerektikçe Bakan yerine yetki kullanma gücüne sahip olması gereken Kültür Müsteşarının da, yerine göre güveneceği “Kültür ve Güzel Sanatlar Yüksek Konseyi”, Millî Eğitim Bakanlığının bugünkü Müdürler Encümeni olarak kaldıkça, ihtisas dallarında hiçbir iş görülemeyecek ve dolayısıyla Müsteşarlığı kültür işlerinin en yüksek bir mercii olarak kabul edebilmemiz de mümkün olamayacaktır.

            Bugün için tek tesellimiz Kültür Müsteşarlığı’nın yarınki Kültür İşleri Bakanlığı’na geçişini süratle sağlayacak plan ve projelerin hazırlığına şimdiden başlanması gerektiğine Millî Eğitim Bakanı Cihat Bilgehan’ın da inanmış olmasıdır. Durum bu merkezde iken, tıpkı geçen Ağustos ayından sonra kurulup da hiçbir işe yaramadan dağılmış olan Güzel Sanatlar Kurulu gibi kanunsuz, mesnetsiz, yetkisiz bir danışma organı kurup da ondan medet ummaya kalkmak, gene öncekilerin düştüğü hataya düşmekten farksız bir tasarruf olacaktır.

            Batıdan örnekler

            Fransa’da Millî Eğitim Bakanlığından gayrı, bir de Kültür İşleri Bakanlığı vardır. Esasen Fransa’da öteden beri bağımsız bütçeli bir kuruluş halinde yönetilmiş olan Kültür ve Güzel Sanat işlerini günün birinde bir Bakanlığın sorumluluğuna terk etmek zorunluluğu meydana gelmiştir. Bu Bakanlığın 10 ihtisas koluna bölünen kuruluşu içinde Güzel Sanatlar ve Kültürün şu konuları yönetilmektedir:

               
  1. Eski eserler
  2.            
  3. Müzeler
  4.            
  5. Edebî sanatlar
  6.            
  7. Plastik sanatlar
  8.            
  9. Müzik
  10.            
  11. Tiyatro
  12.            
  13. Opera
  14.            
  15. Bale
  16.            
  17. Halk eğitimi
  18.            
  19. Kitaplıklar

            Batı Almanya’daki federal kuruluşun bünyesinde Kültür ve Güzel Sanat işlerini yöneten bağımsız idareler olmakla beraber, bu hareketin tümüne yön veren ve: 1) Güzel Sanatlar Kurulu, 2) Müzik Kurulu adlarında Kolonya’da çalışıp hiçbir Bakanlığa bağlı olmayan iki organizasyon vardır ki, bu iki kuruluş, Federal Alman hükümetlerinin kültür, sanat ve uygarlık problemlerini tek elden değerlendiren merkezî birer organ olmanın önemini taşımaktadırlar.

            İngiltere’de kültür, güzel sanatlar ve uygarlık sorunlarıyla ilgili konuların tek ve bağımsız yöneticisi, hiçbir Bakanlığa bağlı olmayan “Güzel Sanatlar Kurulu”, yani “Art Council”dir.

            Medeni topluluklar için bugün artık ölüm dirim sorunu olma önemini taşıyan kültürde üstünlük savaşının İtalya’daki yönetimi diğerlerinden daha farklı bir manzara arz etmektedir. İtalya’da bu işler, yıllardır daha esaslı yönetim organlarına bağlanarak değerlendirilmişlerdir. Buradaki kuruluşun adı: “Güzel Sanatlar ve Edebî Sanatlar Genel Müdürlüğü”dür ama Bakanlık seviyesinde olan bu bağımsız kuruluş, tamamen bağımsız bir bütçeye sahiptir. İtalyan topraklarının yüzölçümü ile etnik ve folklorik özellikler bakımından bu teşekkül 11 bölgeye ayrılmış, her bölgenin başına bir “sovreintendente” (baş yönetici) getirilmiştir. İşin daha enteresan tarafı, tiyatronun halk için bir okul olduğu gerçeğini gereği gibi takdir etmiş bulunan İtalyan Parlamentosu, tiyatro ve opera konularını öteden beri bağımsız bir Müsteşarlık halinde idare etmiş ve zamanla bu kuruluşun da yetersizliğini görerek, Temaşa [Sahne Sanatları] Müsteşarlığı’nı Temaşa Bakanlığı haline getirmiş, kabinede bu işin Bakanlığı için bir iskemle ihdas etmiştir.

            İtalya’da durum böyle olur da, Türkiye’de yüzyıllar boyunca Anadolu arkeolojisini talan ve tahrip eden antika ve eser yağmacılığını önlemek için Eski Eserler ve Müzeler Bakanlığı’nı kurmak yerinde bir tasarruf sayılmaz mı? Hadi Bakanlıktan vazgeçtik, yıllarca önce Millî Eğitim Bakanlığına sunulmuş bulunan Eski Eserler ve Müzeler Kanunu neden bir türlü yürürlüğe giremez?

            Amerika ve Rusya’da durum

            Sovyet Rusya’ya ne buyrulur? Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri’ne dahil memleketlerin hepsinde bir Millî Eğitim Bakanlığı, bir de Kültür İşleri Bakanlığı vardır ve bunların tümü Moskova’daki Sovyet Sosyalist İttihatlarının Merkez Millî Eğitim Bakanlığına ve Merkez Kültür İşleri Bakanlığına bağlıdır.

            Amerika Birleşik Devletleri’nde de mesele aynıdır. İkinci Dünya Savaşından sonra A.B.D Kongresi de, kültür, sanat ve uygarlık savaşının ağır bastığını görerek, merkeziyetçilikten alabildiğine kaçan Başkanlığa bağlı bir organizasyon meydana getirmiştir. Bu işe tahsis edilen milyonlarca dolarlık bir fona da “Başkanlık Fonu” adı verilmiştir. Daha sayıp dökelim mi? Zannedersem şimdilik bu kadarı yeter.

            Hele bizim hiçbir topluluğa benzemeyen durumumuzu göz önüne alacak olursak, işin azameti kendiliğinden anlaşılır. Atatürk devrim ve ilkelerinin gerektirdiği çağdaş uygarlık seviyesine, millî ruh, millî haslet, millî folklor ve etnik özelliklerimizle bir an önce ulaşmamızı ve bu düzeye varmış topluluklar arasında eşit hak ve üstünlüğe sahip olmamızı gerektiren hayati bir kuruluşun icaplarını artık vakit kaybetmeden yerine getirmemiz gerekmektedir. Zaman ilerliyor; Ziya Gökalp’in fikriyatı ile belirttiği gelişim nasıl olsa meydana geliyor ama bu ağır gelişmede küçük bir hamleyi korkunç bir gerileme kovalıyor ve neticede gide gide bir arpa boyundan ileri gidemiyoruz. Bu aldığımız yol da tabii gelişim ve jeopolitik zorunluluğun şaşmaz kanunları sayesinde oluyor. Ya bir de bu gelişim ve zorunluluk vakit kaybetmeden kurulacak organlarla desteklenip korunsa, tabii gelişim hızlanır ve çağdaş uygarlık seviyesine ulaşma yolunda şaşmaz adımlar atılmış olur. Böylesine bir sonucu sağlamak da, ne cılız tedbirlerle, ne de Bakansız, bütçesiz, kadrosuz bir Kültür Müsteşarlığı ile mümkündür.

            Ne gariptir ki, bütün bu fikirlerin yana yakıla savunuluşu karşısında Millî Eğitim Bakanlığımız, hem üstüne düşeni yapmamış, hem de daha düne kadar, elinden malı mülkü koparılıp alınmak istenilen bir mağdur edasıyla, gerçekleri görmezlikten gelme şıkkını öngörmüştür. İşte acıklı bir misal daha: Harf inkılabıyla beraber genç kuşaklara kapalı duruma girmiş olan koskoca bir edebiyat ve tarih v.s. kitaplığının, inkılaptan bu yana, gerek yazı, gerek muhteva [içerik] bakımından bugünkü yazıya ve dile süratle ve belirli bir sistem ve metodla transkripsiyonunun yapılamamış olmasının sebebi nedir? Yalnız bu önemli iş için Türkiye’de bağımsız bir Bakanlık kurulsa çok görülmemesi gerekir. III. Selim’den bu yana sürüp giden kültür ikiliğinin, memlekette çağdaş bir dünya görüşü ile yoğun bir aydın topluluğunun yaratılmasını hâlâ engellemekte olmasını ne ile izah etmek mümkündür? Kültür, uygarlık ve güzel sanat sorunlarını yalnız bir Millî Eğitim Bakanlığının yıllardan beri geri planda kalmış işleri arasında bekletip durmakla bu işin içinden nasıl çıkılır?

            Sonuç

            Hadiselerin beni yanıltmış ve Millî Eğitim Bakanlığının bundan sonra alacağı tedbirlerin beni tekzip etmiş olmasını isterim. Bu da ancak Bakanlığın Büyük Millet Meclisine sunacağı ve candan savunacağı kanuna göre bir Kültür İşleri Bakanlığı’nın süratle ve gereği gibi kurulmasıyla mümkün görünmektedir. Bu bakanlığın yöneteceği bütün işlere hakim bir Yüksek Konsey çalışmaların tek nazımı olacak: 1) Eski Eserler ve Müzeler, 2) Edebî sanatlar, 3) Plastik sanatlar, 4) Müzik, 5) Tiyatro, 6) Opera, 7) Film, 8) Folklor ve etnografya, 9) Kitaplıklar, ve bazı memleketlerde olduğu gibi 10) Beden eğitimi ihtisas kolları, Kültür İşleri Bakanlığının Genel Müdürlükleri halinde Yüksek Konseyin kesin kararlarını uygulayarak değerlendireceklerdir.

            Temennimiz, yakın bir geleceğe basamak olmak üzere kurulmuş bulunan Kültür Müsteşarlığı’nın süratle gelişmesi, bir an önce Kültür İşleri Bakanlığı’na geçişin sağlanmasıdır.