
“Mimar Sinan” Dergisi
Eylül 1967, Sayı: 3
1inci Yıl
Cevad Memduh ALTAR
Topluluğumuza yön veren bugünkü ritüellerimizden biri, güzel sanatlara bağlanma idealine olağanüstü önem vermektedir. Çünkü ortada, sanatı yaratabilme ve yaratılanı kavrayabilme prosedürleri vardır. Öte yandan, sanat eserini yoktan var eden sanatçı, gerçek yaratıcı olmakla beraber, yaratılanın her zaman öz anlamda sanat değeri taşıyamayacağı da bir hakikattir. Bu böyle olduğu gibi, sanatı anlama ve yorumlama gayretinin de bazen hakiki değerden yoksun bir spekülasyondan ileri gidememiş olduğu görülmüştür.
Bu olaylar karşısında, söz konusu ritüelin insanı sanata yöneltme yolundaki etkisi, önemli sonuçları gerektirmektedir; şöyle ki: “Kendi kendini yetiştirmekle yükümlü olan insan, sanatçı ya da eleştirici olmadan da sanatı gereği gibi tanımalıdır. Doğru ve iyi, ancak bu yoldan güzellikle de güçlendirilebilir. Başkalarını karşılıksız sevebilmenin tek kaynağı olan güzellik duygusu, sadece bu açıdan gerçek değerini bulabilir. Doğru ve iyi yargılarının dayandığı hukuk ve ahlâk ilkeleri, sevme ilkesinin katkısıyla üçlü düzene ulaştırılabilir”.
İnsanın bu verimli sonuçları elde etmesiyledir ki, akıl ve hikmet, davranışlarımıza yön verecek, böylece meydana gelecek kuvvet, tedbirlerimizi güçlendirecek, hareketlerimizi güzellikle süsleyecek, davranışlarımızın kaba, pürüzlü ve çirkin yönlerini giderecektir. Bütün bu şıkları sağlayacak olan insancıl inisiyatifin, sırf sanat sevgisi ve estetik eğitimle karşılanıp değerlendirilebileceği muhakkaktır.
Güzel sanatların hür ve baskısız etkisini dikkatle incelemiş olan ünlü şair Friedrich Schiller, insan moralini düzenleme bakımından alınacak tedbirlerin en başında, sanata yönelme çabasını görmektedir. Hattâ Schiller, ileri derecedeki bir akıl hastasının bile, kriz ânında başkalarına yapabileceği fenalığı önleme çabasıyla, normal zamanında, tedbire baş vurma gayretinde olduğunu tespit etmiştir. Schiller’e göre, insanda moraliteyi düzenleme gayreti şu yolda gelişmelidir: Paroksizm (had cinnet) ânının yaklaştığını sezen bir akıl hastasının, kendinden gelebilecek fenalığı önlemek için tedbire baş vurma çabası tıpça da bilinen bir olaydır. O halde davranışlarını tanzim zorunda olan normal insanın da, moralitesini düzenleme yolunda tedbir düşünmesi gerekmektedir; ve burada alınacak en önemli tedbir, güzel sanatlara yönelmektir.
“Estetik Mektuplar” adıyla yaptığı yorumlarla, sanat eğitimine giden yolu açan Schiller, insanı insana, sevgi, şefkat ve müsamaha ile bağlayabilmenin çaresini, ancak güzel sanatları anlayıp yorabilmede bulmuştur. O halde insan ile sanat arasındaki ilişkinin dayandığı düzeni, bir bakıma “estetik eğitim” olarak vasıflandırmak doğru olur. Bu durum karşısında, söz konusu ritüelin öngördüğü esasları şu şekilde özetlemek mümkündür: “Aklın ve ahlâkın gelişmesi yolunda, güzel sanatları inceleyip öğrenmemiz gerekir. Güzel sanatlar, kişi ve toplumun akıl ve ruh gelişimine yardım eder. Eski medeniyetlerin üstünlük seviyesi, sanat eserleriyle ölçülür. Sanatların incelenmesinde moral zorunluluk vardır. Sanat, duyguya olduğu kadar, akla da hitap eder; insanı estetik heyecana ulaştırır; insanlar arasında ilişki kurma imkânını kolaylaştırır ve ruh yüceliği sağlar. Bütün çalışmalarımızda olduğu gibi, gelecek kuşakların eğitim ve öğretiminde de sanata önem vermek gerekir”.
Yukarıdan beri açıklamaya çalıştığım özellikler, büyük estetikçi Schiller’in, insan moralini düzenleme yolunda alınması gerekli tedbiri daha çok sanat eğitiminde görmesinde ne kadar haklı olduğunu ispat ediyor. Kaldı ki, dünün bu idealist anlayışını, günün realist dünyası da olduğu gibi benimsemiştir; çünkü sanat, çağımızın dogmatik ve doktriner etkenlerinde bile, baskısız yöneliş olma vasfından hiçbir şey kaybetmemiştir. Elverir ki sanatı sevmenin ve sanata ulaşabilmenin gerçek yolunu bulmakta güçlük çekmeyelim.