
Müzik konusunda sık sık karşılaşılan “Gluck” adı l8. yüzyıl opera çalışmalarındaki gelişmeyi hatırlatır. Bu itibarla Christoph Willibald Gluck, Rönensans’ta başlayan müzikli sahne sanatının 18. yüzyıldaki yenileyicisi olarak tanınmıştır.
Öz anlamda operaya başlangıç olan müzikli sahne sanatı, Rönesans boyunca İtalya’da gelişmiş ve ancak 18. yüzyılın İlk yarısında Versaille yoluyla Fransa’ya da sirayet etmiştir.
Millî Fransız operasının kuruluşu, Fransa’da Barok sanatın daha çok mimarlık alanında varlığını duyurduğu zamanlara tesadüf etmektedir. Fransa’da müzik hareketlerinin süratle inkişaf ettiği bir dönemde İtalya’dan Fransa’ya girmiş olan opera sanatının da az zamanda tasfiye edilmesi mümkün olmuştur. Bu suretle meydana gelen yeni Fransız operası müzikten çok şiirsel okumayı ve dramatik bünyeyi ön plana almaya çalışan bestekârlara çeşitli konularda çalışma yolunu göstermiş oldu. Halbuki 17. yüzyıla doğru saray yoluyla Fransa’ya da hükmetmeye başlamış olan İtalyan bestekârları eserlerine metin seçme hususunda titiz davranmak ihtiyacını duymadıktan başka, operalarda başarının özellikle bağlı olması gereken şiirsel okuma konusuna da önem vermemişlerdi.
Müzikli sahne sanatının Fransa’da İlk olarak 17. yüzyıl sonlarında Barok sanatla birlikte geliştiği malumdur. Nitekim millî Fransız operasının kuruluşu da yine Barok sanatının Fransız mimariye bütün şiddetiyle müessir olduğu zamana tesadüf eder ki Fransız müzik sanatı için çok mühim olan bu dönem 17. yüzyıl sonlarına 18. yüzyıl başlarına tesadüf etmektedir. Hatta Versaille yoluyla İtalya’dan Fransa’ya geçmiş olan İtalyan operasını az zamanda yıkan “millî Fransız ekolü”, opera sanatında bile Fransız dilinin -Fransız edebiyatının bünyesinden doğan tabii bir istekle- okunmasını ve dramatik içeriği ön plana alıyordu. Bu suretle İlk olarak Fransız bestekârları metin ile müzik arasında bir denge elde etmeyi başarıyorlardı. Halbuki 17. yüzyıl başlarında saray yoluyla Fransa’ya da nüfuz etmiş olan İtalyan bestekârları eserlerine metin seçimi hususunda titiz davranmak ihtiyacını duymadıktan başka, her şeyden önce başarının bünyesine bağlı olması gereken şiirsel okumaya da önem vermemişlerdi. Hatta o sıralarda İtalyanlar sanatkârlarının gururunu okşayacak ve onların teknik başarılarını açıklayacak nitelikte eserlerin meydana gelmesine önayak olmaktaydılar. Bu itibarla İtalya’da başlan İtalya’da olgunlaşan “hançere virtüozluğu” zamanla operalarda metnin gerektirdiği şiirsel okumanın sanatı ön plana almasına neden oldu. Öte yandan Fransız dilindeki açıklık ve edebî içerik türünden özellikle müziğin veya sanatın İtalyan üslubunun aksine olarak daha çok şiirsel okumayı etkili kıldı.
Şimdi sayın dinleyenlerim hançere cambazlığına önem veren İtalyan operasıyla diksiyonu ön plana almış ve müzikle metin arasında denge kurmayı başarmış olan Fransız operası arasında bir örnekle karşılaştırma yapalım. (Plak 1: Rossini, Sevil Berberi, aria, soprano Maria Yerizza)
Şimdi de bunun tamamen aksine olarak şiirsel okumaya önem veren hançere cambazlığından vazgeçerek Fransız dilinin güzelliğini öne çıkarmış olan bir eseri ele alalım. (Plak 2: Gluck, Alceste operasından aria, soprano Maria Yerizza)
İlk olarak 17. yüzyıl sonlarında millî Fransız operasında görülen metinle müzik arasındaki denge, Fransız sahne müziğinin kurucuları olan Lully ile Rameau’nun elinde büsbütün gelişmiş ve bu hal Fransız operasının yavaş yavaş İtalyan operasına tercih edilmesine neden olmuştur. Şimdi de sayın dinleyenlerim, bu iki büyük Fransız bestekârının müzikli sahne eserlerinden güzel örnekler ele alalım. İlk olarak Lully’nın .........................
Şimdi de Rameau’nun ..................................
Müzikli sahne sanatı 18. yüzyıla doğru daha başka bir yeniliğe kavuşmuştu. Bu yeniliğe göre ne Fransızların yaptığı gibi operada yalnız şiirsel okuma (başarı unsuru olarak) ön plana alınıyordu, ne de İtalyanların yaptığı gibi sırf eserin müzikal bünyesine önem veriliyordu. Birdenbire baş gösteren bu değişikliğin gayesi, opera sanatının metin ve müzik gibi iki ana unsurunu maddi oranlarda ön plana almak, yani Fransız ve İtalyan sistemlerini en uygun şekilde bir arada kullanabilmekten ibaretti. Opera yaratmalarında birdenbire hissedilen bu türlü bir sentez, müzik sanatında ulaşılan yeni bir dönüm noktasından başka bir şey değildi. Ne gariptir ki 1627 senesinden beri Heinrich Schutz adlı bir bestekârın rehberliğinde ilk olarak İtalya’dan Orta Avrupa’ya girmiş olan müzikli sahne sanatı, millî bir Alman operasının meydana gelmesini sağlayamadıktan başka, 18. yüzyılın ortalarına kadar bütün Almanya’yı etkisi altına almış bulunan İtalyan operasının hakimiyetini de başlangıçta önleyemedi. O zamanki Orta Avrupa hükümetlerinin siyasal bünyeleri millî sanat hareketlerinin gelişmesine uygun değildi. Bu hal 18. yüzyılın ortalarına doğru dünyaya gelen Mozart’ın yetişme çağlarına kadar devam etti. Hatta milli operanın Fransa’da zayıflamasına karşılık İtalyan operası İngiltere’ye de bulaşmıştı. İtalyan sahne müziğinin Batı Avrupa’da pek o kadar tutunamadığı bir sırada bu müzik İngiltere’de henüz başlamak üzere olan millî sanat hareketlerini bir zaman için durdurmayı başardı. Gerçekten de 17. yüzyılın sonlarına doğru İngiliz bestecisi Purcell’in kurduğu İngiliz operası İngiltere’de yeni bir dönemin açılmasını sağlamış, fakat sanatçı bu sırada ölmüştü. Boş kalan meydanı yine İtalyan bestekârları işgal etmekte gecikmemişlerdi. Bu nedenle 18. yüzyılın ortalarında dünya çapında tanınmış bestecilere neredeyse dillerini, hatta milliyetlerini unutturmuş olan İtalyan operası, aynı yüzyılın büyük üstadı Haendel ile etkili olmuştu. Hayatının son 47 yılı içinde İngiltere’de millî bir kahraman gibi kutlanmış olan Haendel, İtalyan opera artistleri için İtalyan dilinde ve İtalyan üslubunda yazmak zorundaydı.
Bu durumun 18. yüzyılın başlarında önlenmesi durumu müzik tarihinde “yeni zamanlar operası” diye anılan yeni bir sanat anlayışının başlamasına neden oldu. Bu yeni dönemi tek başına kurmayı başaran ve aslen Bavyeralı olan Gluck, o sıralarda sanat dünyasına hükmeden “İtalyan operası”nı yenilemekle yetinmişti. O halde 18. yüzyılın sonlarına doğru Mozart’ın eliyle “millî Alman operası” kuruluncaya kadar Gluck bile ister istemez İtalyan, hatta Fransız operası lehine çalışmış, sanat dünyasında yeni zamanlar İtalyan ve Fransız operasının hakiki yenileyicisi olarak tanınmıştır. Bundan dolayı zamanımızın opera uzmanlarından Oscar Bie, Gluck’un İtalyan veya Fransız olarak kabul edilmemesi için olacak ki, Bohemya sınırında güzel mini mini bir köy olan Erasbach kasabasını talihin Gluck’a vatan yapmış olduğunu alaylı bir ifadeyle, İtalyan operasının kaderi bakımından bu noktaya bilhassa önem vermektedir.
Gluck 1714 yılında Bavyera’da dünyaya gelmiştir. Babası Prens Lobkowitz’in ormanlarına nezaret eden orta halli bir memur idi. Gluck çocukluğunda köyde düzenlenen eğlencelerde dans müziği çalmak suretiyle babasının mütevazı bütçesine birkaç santim olsun katmayı boynuna borç biliyordu. Bir aralık Prens Lobkowitz’i misafir olarak ziyaret eden Lombardia prensi Melgi, o sıralarda 22 yaşına basmış olan Gluck’un müzik kabiliyetini sezmiş ve bu fakir çocuğa Milano’da kendi hesabına tahsil etme fırsatını vermişti. Genç Gluck daha o yaşlarda İtalyan opera sanatına, hatta bestekâr Scarlatti’nin üslubuna nüfuz etme fırsatını elde etti. Sanatkâr birkaç yıl içinde Napoli üslubu tarzında operalar yazmayı başardı. Başlangıçta bu operalarla kendini tanıtan Gluck, bir süre sonra Londra’ya davet edilmiş, bu şehirde uzun zaman büyük üstat Haendel’in sanatını yakından inceleme imkânını da elde etmişti. (Haendel koro)
Gluck, hayatının önem taşıyan üçüncü dönüm noktasına Paris’te ayak bastı, hatta sanatkâr Paris çevrelerindeki çalışmasını büsbütün sahne müziğine yoğunlaştırmış ve bu arada ünlü besteci Rameau ile de tanışma fırsatını kaçırmamıştı. Gluck İtalya’daki çalışmalarından edindiği Scarlatti etkisini Fransa’da Rameau’nun etkisiyle yok edebilme imkânını elde etti. Genç sanatçı, 1750 yılında (36 yaşında) Viyana’ya giderek 10 yıl süreyle saray orkestrası şefliğimi üzerine aldı. O halde Gluck’un gençlik yaratmalarında etkili olan Milano, Londra ve Paris gibi şehirler sanatkârı Scarlatti, Haendel, Rameau ile karşılaştırmıştı ki bu durum Gluck’un ruhunda İtalyan ve Fransız operaları özellikleriyle, Londra’da Haendel sanatından edinmiş olduğu Orta Avrupa polifonisinin uzun müddet çarpışmasına neden oldu. Nitekim bu çarpışmalar ancak sanatkârın bu üçlü etkiyi kendi sanatında bir bütün halinde değerlendirebilmesiyle sükûnet buldu. Artık bu yeni sanatta ne İtalyan üslubu ne Fransız üslubu göze çarpıyordu. Bu yeni dönem operasında kendini duyuran şey, yalnızca yenileyici, hatta 18. yüzyıl İtalyan operasının yenileyicisi Gluck’un duygulanmalarıydı.
Gluck’un kendine özgü olan sanat anlayışına gelince: Gluck İtalyan operasında abartılı bir şekilde kullanılan, zamanla büsbütün çığrından çıkmış olduğu için eserdeki dramatik bütünlüğü vakit vakit sekteye uğratan hançere virtüozluğundan kaçmış, daha ziyade Fransız operalarında estetiğin gerektirdiği şiirsel okumaya bağlanmıştır. Hatta operalarda müzikal içeriğin metnin anlatımı takviye için kullanılan bağımsız heyecan unsuru olduğunu söyleyen Gluck, bu suretle İtalyan operasındaki hançere cambazlığına son vererek müzikle metin arasında beklenen dengeyi sağlamayı başarmıştır. Onun içindir ki sanatkâr 18. yüzyıl opera edebiyatının yenileyicisi olarak tanınmıştır. Bu nedenle opera hakkındaki görüşlerinde metne fazla bağlanan Gluck’u çok kere bestekâr olmaktan çok şaire benzetmek de mümkündür. Hatta sanatkâr 1769 senesinde Viyana’da ilk olarak temsil edilmiş olan “Alceste” operası için yazdığı önsözde şöyle demektedir: “Bu operayı yazmaya karar verdiğim zaman her şeyden evvel müzik sanatını şunun bunun elinde oyuncak olmaktan kurtarmayı düşünmüştüm ki bu kötü durum sırf ses sanatkârının gururu ve bestekârın ihmali yüzünden İtalyan operasında ortaya çıkmıştır. Bu suretle sahne sanatının en yükseği, en güzeli olan opera çok gülünç, çok monoton bir hale düşmüştü. Bundan dolayıdır ki operada olayı kesintiye uğratmadan yahut müziği gereksiz süslemelere maruz bırakarak zayıf düşürmeden metnin ifade etmek istediği şey ile olayın özünü takviye ederek şiire yardım etmek ve dolayısıyla eserin müzikal içeriğini gerçek değerine ulaştırmak çarelerini...”.
Sayın dinleyenlerim, şimdi Gluck gibi bir bestekârı bu yolda bir reforma sevk etmiş olan meşhur Alceste operasından bir parçayı tahlil etmeye çalışalım. Bu en eski opera örneğinin o güzel uvertürünü dinleyelim. (Müzik)
Gluck, çağdaşı opera sanatkârları gibi dönemin klasik havasına kolayca uyum sağlayan bir sanat adamıydı. Onun için sanatkâr, konu bakımından sırf Yunan ve Roma efsanelerine bağlanmıştır. Esasen sanat yaratmalarını 15. yüzyıl İtalyan Rönesansından beri devamlı bir malzeme olarak beslemiş bulunan antik edebiyat ile Yunan ve Roma efsaneleri, hayatı boyunca bir adet dinî eser yazmış olan Gluck’un sanatına da temel olmuştur. Gluck bütün çalışmalarına rağmen ancak 48 yaşından sonra opera sanatı için Viyana’da yeni bir dönem açabilmiş ve 1770 yılında kompozisyonunu bitirmeyi başardığı Orfeus, Alceste, Paris ve Elena adlı eserlerini müzik tarihinin ilk reform operaları olarak tanıtmıştır. (Müzik: Gluck operası)
Gluck, 1773 yılında eski öğrencisi Marie Antoinette tarafından Paris’e çağrılmıştı. Opera sanatını yenileme planlarını kolayca uygulama bakımından Paris’te daha verimli bir çevreyle karşılaşan sanatçı, tam bir yıl sonra opera tarihinde ilk olarak motiflerle işlenmiş bir uvertürü içeren “İphigenia Aulis’de” adlı operasını meydana getirdi. Bu esere ait uvertürün motif işlemeleriyle konunun bir özeti şeklinde yazılmış olması, bu prensibin daha sonraları klasik dramatik operalara da uygulanmasına neden oldu. Bu nedenle operanın başına uvertür yazma durumu, ilk olarak Gluck tarafından uygulanmıştır. Gluck aynı zamanda opera aryalarını da ıslah etmiştir. Sahne müziğinin bu en güzel şeklini daha başka prensiplere göre yenileyen sanatkâr, yeni gayelere yönelmiş bulunuyor ve opera vakalarında geçen entrikalarla ilgili olarak yaratılan aryalar, âdeta eski Yunan trajedilerine eşlik eden koroların rolünü üzerine almış ve dinleyenlere hakim olan ruhu bir bütün halinde duyurma imkânını sağlamış oluyordu. Bu arada Gluck operalarında dinleyenleri doğrudan doğruya etkisi altına alan süsten ve alayişten alabildiğine uzak tutulmuş olan müzik, aynı zamanda dramatik bünyeyi en iyi bir şekilde açıklama imkânlarını da elde etmiş oldu.
Gluck, 1778 yılında Paris’teki ikameti sırasında İtalyan bestekârı Piccini ile yaptığı mücadeleden de zaferle çıkmış, hatta son eseri olan “İphigenia Tauris’te” adlı operası sanatkârı dramatik müziğin ilk büyük üstadı olarak tanıtmıştır (1779). Onun içindir ki opera sanatının büyük yenileyicisi olan Gluck’un eserlerini anlamaya çalışmak, yeni zamanlar opera sanatının ruhuna bir an önce ulaşmak demektir.
Sayın dinleyenlerim, bu sabahki konuşmamızı bu noktada bitirirken, büyük opera yenileyicisi Gluck’un hayatının en son döneminde meydana getiridiği reform operalarından bir örnek ele alalım ve sanatçının ünlü “Orfeus ve Euridice” adlı operasından “Seni kaybettim” aryasını Eva Liebermann’ın ağzından dinleyelim. (Plak 2: Benjamino Gigli)