
(Cevad Memduh Altar’ın 11.4.1985’te “Mimar Sinan” ve “Millî Kültür” dergilerinde çıkan yazısı.)
Gençlerin en önemli sorunu, kalıtım yoluyla gelenlerin, yaşamın getirdikleriyle oluşturduğu, fiziksel ve ruhsal biçimlenişler, ve bu tür biçimlenişlerin meydana getirdiği komplekslerdir. Buradaki “kompleks” [bileşim] terimi, gençlerin tanıma, tanımlama, hayal etme, yorumlama, yargılama ve aksiyona dönüştürme türünden akılsal ya da duygusal davranışlarındaki farklılıkları karşılamak üzere kullanılan teknik bir terim olmanın önemini taşımaktadır.
Gençlerdeki ani inisiyatiflerin bazı aşırı davranışlara yol açtığı vakit vakit görülür. Genç kuşakların, enerjik, kararlı, ciddi oldukları kadar anlayışlı ve sevecen bir rehberliğe de muhtaç oldukları dönemler, çoğu kez tehlikeli eylemlere de sahne olmuştur. Böylesine bir dönemde birbirini izleyen çeşitli olayların gençlerde yarattığı yorum ve yargı gel-gitleri, birbirine tümüyle karşıt iki ayrı doğrultuda ortaya çıkar. Bu tür davranış dalgalanmalarının oluşturduğu iki karşıt doğrultudan birincisinin “olumlu” ya da “aydınlık”, ikincisinin de “olumsuz” ya da “karanlık” etkilenişler olarak nitelenmeleri, konuya daha da görünür bir açıklık getirmektedir. Ne var ki bu iki doğrultudan olumsuza yönelik etkilenişlerin, aksiyonda ağır basma eğilimi gösterdiği az çok sezilir niteliktedir. Olumluya, yani aydınlığa yönelik inisiyatifler ise, her şeye rağmen dengeyi sağlamada, çevreyi aydınlatmada her zamanki gibi başarılı olmaktadır. Bu nedenle insanlık, gençlerin sorunlarını, dolayısıyla kritik davranış türlerini, yüzyıllar boyunca her şeyden önce aklın yardımıyla apayrı bir sorun olarak ele almanın zorunlu olduğuna inanmıştır; hattâ insanlık, bu konunun önemini sadece yeni çağlarda değil, antik uygarlık dönemlerinde bile içtenlikle ele alıp incelemiştir.
Günümüzde gençlik sorununu düzenlemede oldukça ileri aşamalara ulaşmış bulunan toplumlarla karşılaşıldığı gibi, bu konuda yer yer gecikmeler, duraklamalar, geriye dönüşler de olmuş ve zaman zaman korkunç bir statizmin [durağanlığın] çaresizlik kampına tutsak düşmenin de örnekleriyle karşılaşılmıştır. Şurası kesinlikle bilinmelidir ki, genç kuşaklar, zihinlerde ansızın beliren izlenimi, hemen anlama dönüştürüp aksiyona geçebilmenin tutkusu içindedirler.
Gençlerin eğitimi konusunda oldukça gerilere, hattâ iki binyıl kadar öncesine bakınca, geleceğe yönelik eğitimleriyle ilgili çaba ve önlemlerin, tıpkı yaşadığımız çağın eğitim-öğretim sorunları kadar, zamanın gündeminde yer almış olduğu açıkça görülür. Örneğin antik dönemlerde bu yolun ilk düşünürü, ünlü Grek filozofu ve biyografi yazarı Plutarchus’un (M.S. 45-120), özellikle bireyin eğitimiyle ilgili bilgi ve önerileri, çağımıza dek güncelliğini korumuştur; bundan böyle de koruyacaktır. Plutarchus, “Çocuğun Eğitimi Üzerine”(1) başlıklı kitabının bir yerinde şöyle demektedir: “Başarılı bir çocuk eğiticisi, tıpkı Achilles’i(2) yetiştiren Phönix’in(3) olduğu gibi olmalıdır. Ve şimdi işin asıl özüne, yani bugüne dek söylenenlerin en doğrusuna gelelim. Çocuklarını iyi eğitmek isteyenler, kusursuz, ahlâkı düzgün ve geniş bilgiye sahip eğiticiler bulmalıdırlar. Çünkü gerçek bir eğitim, beden ve ruh mükemmelliğinin özü ve temelidir; ve bahçıvanın, genç ve taze fidanları, yanlarına değnek destekler bağlayarak ayağa kaldırması ne ise, eğiticinin iyisi de, yararlı uyarı ve direktifleriyle yetişmelerini sağlamaya çalıştığı öğrencilerini (tıpkı bahçıvanın fidanlarını koruduğu gibi) korumakta ve onları ancak bu yoldan (bir fidanın göğe baş vermesi gibi) ahlâken ayakta tutabilmenin çabası içindedir…”. Görülüyor ki Plutarcus, antik dönemlerde, -mitolojiye boyut veren- çoktanrı düzeninin etkisi altında bile, çocuğun, dolayısıyla genç kuşakların eğitim sorununa ilk olarak ışık tutmuş ve günümüz pedagoji anlayışının âdeta müjdecisi olmuştur!
Bir ülke nüfusunun belirli kesimlerinden oluşan genç kuşakların, kendilerine özgü bir anlayışı karakterize eden tüm davranışları, Orta Avrupa’da daha çok 1908-23 yılları arasında baş göstermiş ve zamanın yönetimlerini soruna ciddi olarak eğilmek zorunda bırakmıştır. Ve böylesine bir kıpırdanışı, gençliğin bizzat kendisi Gençlik Hareketi olarak nitelemiş, hattâ şöyle bir formüle bağlamıştır: “Gençlik Hareketinin amaçladığı kavram, gençlerin kendilerine özgü bir kültür anlayışına sahip olmalarının tanımıdır”.
Birinci Dünya Savaşının neden olduğu sosyal çöküntünün ve dolayısıyla savaş-sonu-ahlâkı’nın oluşturduğuna şüphe edilmeyen böylesine bir tanımlamanın anlatmak istediği “kültür”, acaba nasıl bir kültürdü? Çünkü bambaşka bir kültür anlayışından ileri geldiği sanılan bazı izlenimlerin, yüzyıllar boyu çeşitli açılardan çözümlenmesine çalışılan kültür kavramı için ileri sürülen tanımlamaların herhangi biriyle bağdaştırılabilmesi imkânsızdı. 1918-44 yılları arasındaki bazı gençlik çevrelerini tüm gücüyle etkilemiş olan böylesine bir çalkantının oluşturduğu ahlâki gel-gitler gereğince durulamamış olduğu gibi, ikinci Dünya Savaşı (1939-1945) gençliğinin özlemiş olduğu kültür anlayışını da büsbütün çıkmaza sokmuştu. Ve öteden beri neyi istediği değişik yorumlara neden olan, ama bir bakıma da içtenlikli bir özlemin peşinde koştuğu sanılan gençliğin kendine özgü kültür anlayışı, zamanla daha çok topyekûn inkâra götüren bir eğilimin tehlikeli boyutlara doğru yol almasına yardımcı olmuştur.
Her şeye rağmen şunu da iftiharla söylemek gerekir ki, dünyanın birçok yerinde, karanlığa tutsak düşmenin oluşturacağı felâketin bilinciyle çırpınan gençler, karşıt anlamdaki engellere önem vermeden, dengenin bozulmaması yolundaki çabalara yardımcı olmada olağanüstü başarı elde etmişlerdir. Çünkü gene bu gençler, zaman zaman Gençlik Hareketi olarak nitelendirilmeye çalışılan dogmatik aksiyonların hiçbirinin, yüzyıllar boyu tüm insanlığı hedef alarak gelişimini sürdürmüş bulunan dinamik kültür ile bağdaştırılamayacağını içtenlikle anlamış bulunmaktadırlar. Nitekim ünlü filozof Friedrich Jodl (1849-1914) da şöyle demektedir: “…Binlerce yıllık birikimin zenginliği, yalnız kültürle elde edilmiştir ve gene kültürle dünyamıza mal edilecektir. Biz ki o kültürün içinde yaşayıp kaynaşıyoruz, onun dışında kalınca da… bir hiç oluveriyoruz…”. Onun içindir ki insanoğlunun düşünce ve duygu özgürlüğünü ancak dinamik kültürle feyizlendirebileceğine inanan ünlü psikolog Wilhelm Wundt (1832-1920), insanlığın ortak mirası olarak nitelediği kültür için -genç kuşakları hedef aldığına şüphe edilmeyen bir inançla- oluşturduğu ilginç bir yorumunda şöyle demiştir: “…Kültürde erişmişlik, insanoğlunun her şeyini olduğu gibi, kanı ve yargı güçlerini de gereğince işleyip geliştirme yolunda, önce kendini bilmesi, kendine egemen olması, doğayı tanıması, ve daha ileri aşamada, doğayı insanlığa yararlı olma yolunda etkilemesiyle mümkündür!”.
Buraya kadar değinilen noktalardan da anlaşılmaktadır ki, Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “bağnazlık” ile “hoşgörü”yü karşılaştırırken ortaya koymuş olduğu denge formülü, burada işlenen konu için de geçerliliğini korumaktadır; şöyle ki: Aydınlık ile karanlık arasındaki çatışmanın toplu bir çöküntüye dönüşmemesi, bu iki karşıt anlamın temelde oluşturduğu kuvvetin dengeyi koruması sayesindedir! Ama böylesine bir denge, birçoklarını için için haklı bir endişeye düşüren bir dengedir; yani pek de makbul olan bir denge değildir. Makbul olan, egemenliğin mümkün olan çoğunlukla aydınlığın eline geçebilmesidir.
Yukarıda yer yer açıklanan yorum ve yargıların geçerliklerinin imkân nispetinde saptanabilmelerinde yarar vardır; ve gençlik sorunlarıyla ilgili olarak dünyanın çeşitli bölgelerinde gerçekleştirilmiş bulunan girişimlerin ve elde edilen deneyimlerin -aşağıda sıralanmış olduğu gibi- kısaca incelenmelerinden, yön verici görüş ve kanıların elde edileceği muhakkaktır; şöyle ki:
Yukarıda 6 maddede özetlenen hususlar, son 40-50 yıl içinde özellikle Orta Avrupa ülkelerinde denenmiş önlemlerin nitelikleri üzerinde bir görüş açısı oluşturmayı amaçlamaktadır. Ne var ki birinci ve ikinci Dünya Savaşlarının, söz konusu önlem ve çabaların bir kısmını olumsuz yolda etkilemiş olabileceği de düşünülebilir. Her şeye rağmen, bu yazıdaki araştırma ve incelemelerin hedefi, gençlere yönelik çaba ve uğraşlara ışık tutabilecek nitelikteki uygulama ve örnekleri gözler önüne sermekten ibarettir. Buraya kadar değinilmiş olan hususlar, gençlerin vakit vakit neden olduğu psişik ve fiziksel olguların toplu bir sentezidir; hattâ Batı uygarlığının gençlik hareketlerine yönelik yaklaşımlarının son elli yıl içindeki gelişim grafiğini özetleyen bir genelleme olmanın niteliğini taşımaktadır.
Bizlere gelince, bizler de politik coğrafyamızın hiçbir ülkeninkine benzemeyen özelliği açısından, çağdaş bilimin ortak tekniğinden esinlenerek oluşturmaya çalıştığımız yöntemlerle, bilimde ve sanatta çağdaşlaşmaya yönelik reform çabalarına gereken hızı verebilmenin çabası içindeyiz; ve Türk gençliğinin de aynı reform potası içinde biçimlendirilmesi gerekeceği doğal olduğu kadar zorunludur da. O halde gençlik hareketlerinin, yurda ve insanlığa yararlı bir düzene sokulabilmesini sağlama yolunda -yukarıda da gösterilmiş olduğu üzere- başvurulmaları gereken önlemlerin, bizde de ele alınıp incelenmelerinde ve bunlardan, gençliğe yönelik reformları gerçekleştirecek nitelikte olanlarının bir an önce uygulanmalarında büyük yarar olduğu apaçık ortadadır. Türk gençliğini huzura kavuşturacak reformların, Atatürk devrimleri doğrultusunda gerçekleştirilmelerinin, gençliğin mutluluğuna yönelik olumlu sonuçlar vereceğine şüphe etmemek gerekir.
Cevad Memduh ALTAR
(Gayrettepe, 25 Mart 1985)
(1) Plutarchus: “Von Der Kinderzucht”, W.P.Selinger’in Grekçeden Almancaya çerivi metninin Fritz Zahn tarafından yeniden işlenişi; Almanca ve eski Grekçe metinleriyle, Altıncı Kitap, Ernst Heimeran Basımemvi, München 1924.
(2) Achilles, Grek mitolojisinde ünlü bir kahramandır.
(3) Grek mitolojisine göre Phönix, eski Mısır mitolojisine özgü kutsal bir kuş olup, dünyaya sık sık yeniden gelmenin ve ölümsüzlüğün simgesidir.